Max: Jessica...
Ash: Michael, sen biraz buraya gel. Anneyle baba bir şey konuşacakmış.
Max: Hadi sen abiyle git, Michael. Sağ ol, Ash...
Ash: Bir şey değil.
Max: Jessica... Ben—
Ash: Michael, olanları bana anlatmak ister misin? Size saldıran adamlar nasıl adamlardı? Kaç kişilerdi? Polis amcalara söylediklerinin aynısını söylesen olur.
Michael: Üç kişilerdi. Aniden kapıdan içeri girdiler. Annem bana mutfağa koş ve arkandan kapıyı kilitle, dedi. Sonra o adamlar sinirlendi. Sonra annemi—
Ash: Özür dilerim sana bunları tekrar hatırlattığım için. Bu kadarı yeter, özür dilerim...
Max ve Jessica’nın hayatlarındaki şüphesiz en acı yüzleşmeden önce Ash’in Michael’ı usulca kucağına alıp ortamdan uzaklaştırması, ağlarken onu avutması...
Ben böyle anlar için yaşıyorum.
Şunlara bakın...
Bir de ana hikayeden 10 yıl sonra geçen “Garden of Light” (Işıklar Bahçesi) adlı hikayede şöyle bir sahne var ki yukarıdakinin üzerine okununca insanın içini daha bir cızlatıyor.
Akira: Michael...
Michael: Hmm?
Akira: Ash diye birini tanıyor musun?
Michael: Tabii tanıyorum. O benim kahramanım!