mouthporn.net
#ölüm – @jedavu on Tumblr

Jedavu Art

@jedavu / jedavu.tumblr.com

Curated by Onur Fidansoy aka JedaVu
Avatar

HATIRLA!!!

Gezi Parkı... Bunların dertleri ağaç değil dediler... Bunlar çapulcu dediler... Dış güçler dediler... Radikal örgütler dediler... Marjinal örgüt üyesi dediler... Otpor dediler... Ot bok dediler...

Direnişi kıramadılar... Bölemediler... Ayrıştıramadılar... Bir bok anlamadılar da zaten...

Su sıktılar... Gaz sıktılar... Yetmedi plastik mermi sıktılar... Yetmedi gerçek mermi sıktılar... Gaz kapsüllerini mermi yerine koydular... 

Suya göğüs gerdik... Gazı içimize çektik...  Kurşun yedik... Gaz kapsülü yedik... Yine bölemediler... Şaşırdılar...

Esnafın ekmeğine mani oluyorlar dediler...  Berkin'in ekmeğine mani oldular... Hayatına mani oldular... Güzel günlerine, kötü günlerine mani oldular...

Tükürdüklerini yaladılar... Yalan söylediler.. Ortaya çıktı... Takmadılar... Devam ettiler...  Yolsuzluğa battılar... Yüzsüzlüklerini gösterdiler... Parmaklar onları gösterdi... Onlar diğer yüzde 50'yi gösterdi... Eller başlara gitti.. Feryatlar yükseldi... Sessizler...

Onlar unutulacak...

Berkin Elvan, Ethem Sarısülük, Mehmet Ayvalıtaş, Ali İsmail Korkmaz, Abdullah Cömert, Mustafa Sarı, İrfan Tuna, Medeni Yıldırım ise her zaman hatırlanacak...  Bu hükümet gidecek.. Katil olarak anılacak... Yolsuzluk çukuru olarak anılacak... Demokrasi katili olarak anılacak... 

Sen rahat uyu Berkin... Özgürlük şehidi olarak anılacaksın hep...

Avatar

Ölüyor muyum? Öldüm mü?

Beni vurdular.Ölemem. Beni vurdular mı? Öldürdüler mi?

Vurdular mı beni? Bu şekilde ölmek istemiyorum.Yardım edin. Kız kardeşim var... Elimde kan var. Kanımı test edeceklerdir. Uyuşturucu aldığımı anlayacaklar. Belki de beni yakalayıp hapse tıktılar. Bunlar polis, değil mi? ana tecavüz de ederler. Yanlış bir şey yapmadım. Kimseyi incitmedim. Hayat berbat. Kolumu hissediyorum. Bu gerçek olamaz. Kesin tribe girdim ben. Bu... DMT'nin etkisi bu. Hâlâ hayattayım. Ölüyorum. Öldüm mü? Gerçek değil bu, hayal. Linda, kız kardeşim... Yardım edin.  Beni eve götürün.

Ölmek istemiyorum. 

Bu şekilde ölmek istemiyorum.

Polis tarafından vurulan Oscar'ın ölürken aklından geçenler... Enter The Void

Avatar

Ne Yapılır ki?

Ölüm üzerine saatlerce konuşabilirsiniz. Bu konuşmada sıkılmadan düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. Temeliniz, düşünceleriniz sağlam olabilir.  Ancak teori ve pratik hakikaten farklı şeyler. Düşünceler kusursuz ama fiziksel gerçekler kusurludur. Ölümle karşılaştığınızda ise hiçbir şey net değil. En azından bir süre. Hayattaki eksikliği pek kavrayamıyorsunuz. Verdiğiniz tepkiler otomatik tepkiler. İşte tam da bu ne yapacağınız bilemediğiniz durumda sizi yönlendiriyor insanlar. Defin ruhsatı alınacak... Alalım... Belediye aranaca... Arayalım... Mezarlığa gidilecek... E gidelim... Sizin ne yapacağınız bilemediğinizi gören insanlar size yapmanız gerekenleri söylüyorlar. Ölümdeki bürokrasiyi öğreniyorsunuz. Öleceğini bile bile sanki hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayan insanlar olarak ölümle karşılaşmak çok zor. Esasen "ölüm"e ifade ettikleri bağlamında bakarsanız çok önemli görülmüyor artık. Televizyondaki ölüm haberleri bunu biraz normalleştirdi. Ama yakınınıza geldiğinde işin ciddiyetini kavrıyorsunuz. Şok halindeyken nabzınıza göre verilen şerbetlerle biraz da olsa hafifliyorsunuz.  Ölümü anlayışımız, kaybettiğimiz yakınımızı artık göremeyeceğimizi anladığımızda anlam kazanıyor.  Bir yerden sonra söyleyecek bir şey de kalmıyor. Ne söylenirse söylensin boş olan bir döneme giriyorsunuz. Geçmiş defterler kapanıyor. Geçmiş zamanlar hatırlarken aslında biraz da kendimiz için korkuyoruz. 

Ölüm insanı şimdiki zamana döndürüyor. 

Avatar

BABAM

İnsan garip oluyor... Ölümden bahsetmek kolay... Ölüm hakkındaki teorileri tartışmak, eleştirmek... Ama insan arası kötü bile olsa babasını kaybettiği zaman ne yapacağını bilemiyor... Son geceyi beraber geçirdik. Hastanede yanından ayrılmadım.  Tuvalete gitmesine yardımcı oldum, elinden tuttum. Muhabbet ettik.  Beyazlamış saçlarına baktım. Her zaman önde giden göbeğine baktım.  Öksürüklerini dinledim. Nefes alışını izledim.  Halam sabahleyin gelip yanından ayrılama kadar iyiydi. Akşam üzerine geri dönecektim. Ama 20 dakika geciktim.  Babamla aramızda hep bir mesafe vardı.  Dün gece hastanede yanındayken düşündüm. Neler düşündüm...  Almanya'da bir oğlu iki torunu vardı. Görüşmüyordu onlarla da.  En yakınımda olması gereken kişi beni itmişti.  Çok güzel kara kalem resim yapardı. Terziydi. Zanaatkardı.  Sanatla ilgilenen tarafım ondan bana miras.  Aklımdan çıkmayacak olanlar elbette hep güzel anılar.  Ne kadar mesafe olsa da kandan bağlıydık. Hala da bağlıyız.  İnsan içinden gelmese de, istemese de, uzak da dursa oğluna bir şeyler öğretiyor.  Dünyaya gelmemi sağlayan babam!  Nur içinde yat.

Avatar

Yol! (Vol. 2)

Ambulansa aldılar. Hemen serum takıldı. Kafasında gördüğü hareketsiz adam vardı. Düzgün giyimli biriydi ve emniyet kemeri de takılıydı. Hastaneye geldiler. Acil'e alındı. Bir kaç sıyrık dışında bir sorunu yoktu. Açık yaralarına pansuman yapılırken polis kapıda bekliyordu. ... Bir süre sonra konuşamadığını da anladı. Günlerce komada kalmış ve sonunda ayılmayı başarmıştı. Evet beyni ayılmıştı ancak vücudu ayılmış gibi durmuyordu. Sevgilisi doktoruyla gelip ona olanları anlattılar. Son hatırladığı şey arkadan gelen sert darbe ve kafasını çarptığı direksiyondu. Kırmızı ışıkta durduğu anda arkadan gelen bir aracın ona çarptığını söylediler. Bu sert darbeyle omurlarının zarar gördüğünü ve boynundan aşağısının felç olduğunu söylediler. Gözlerini tavana dikti.  ... Polis müsait olduğuna karar verdiğinde içeri girdi. İfadesini verip imzaladı. Doktorlar ertesi gün hastaneden taburcu olabileceğini söyledi polise. Kapıda bir polis nöbette kaldı. Bütün gün boyunca yataktaydı. Gözünün önünde o hareketsiz adam gitmiyordu. İnşallah ölmemiştir diye tekrar edip duruyordu. "Umarım hareket etmiştir." Gece uyumadı. Pencereden caddeye baktı. Akan giden hayata, hareket eden herşeye baktı. Hareket etmemeliydi hiçbirşey. Hareket yarardan çok zarar getiriyordu. Bir devinim içinde olan evrende o adam hareket edemiyorsa vicdanı ona kendi hareketlerinin de anlamı olmadığını söylüyordu.  İçine kapanma yolunda dev bir adım atmıştı. İçine çöken bir yıldız gibiydi. Geride sadece bir bulut kalacaktı. Varlığının şeffaf görüntüsü. Hayranlık uyandıran bir görüntü. Ölümün en güzel hali!

Avatar

Ölümsüzlük Planı

"Ne yaptın oğlum bunca yıl?" diye sormuştu kadın. O da "Hiç" demişti. "Durdum öyle". "Peki, şimdi ne yapacaksın?" "Yoruldum durmaktan, bir şeyler yapacağım işte." "İyi de ne?" "Daha yeni geldin be ana, pişman etme adamı!" Yasin, hiçbir şey yapmayacak ve durmaya devam edeeckti.  Ölene kadar. Sonra biraz da orada duracaktı. Toprağın altında.  Sonra da yok olup gidecekti. Hiç gelmemiş gibi.  Dünya üzerindeki bütün insanlardan farklı olarak.  Çünkü bütün insanlar birşeyler yapmış, yapıyor ve yapacaktı.  Hatta öldükten sonra bile.  Bazı cennete gidecek, bazıları doğaya karışacak, bazıları da yeniden doğacaktı. 

  Kimse Yasin kadar yol olup gitmeyi göze alamıyordu.  Kimse, bir iz bırakmadan kaybolmaya cesaret edemiyordu.  Dünyadan gelip geçtiklerine birilerinin tanıklık etmesi şarttı. Varlıklarını süslemek için. Yasin hariç, herkesin, içine gömüldüğü bir piramidi vardı.  Öyle ya da böyle, herkesin bir ölümsüzlük planı vardı.  Ama Yasin fazla ölü görmüştü. Hayatı boyunca bir savaş alanında yaşamış gibi. Dünya üzerinde hayatta kalan son insan kadar ölü görmüştü.  Belki de bu yüzden yok olup gitmekten korkmuyordu.  Var olmaktan yeterince korktuğu için...

  Hakan Günday - Az
Avatar

Yol!

                                           Saçlarını kuruladı. Tarayıp düzeltti iyice. Koltuğa bıraktı kendini. Duşun verdiği ferahlamayı yaşadı bir süre. Gözlerini kapattı. Onun yüzünü düşündü. Gülümsedi.  Kalktı zor da olsa. Giyinmeye başladı. Önce çoraplarını giydi. Sonra tişörtünü, altına pantolonu geçirdi. Üstüne gömleğini giydi. Gitti aynada kendine şöyle bir baktı. Bıyıklarını, sakallarını düzeltti. Kaşlarını düzeltti parmaklarıyla. Gözlüğünün camlarını sildi güzelce. Gömleği ütülü, saçları temiz, parfümü güzeldi. Paltosunu giydi. Ayakkabılarını önce şöyle bir sildi sonra ayaklarına geçirdikten sonra bağcıkları bağladı. Son kez herşeyi alıp almadığını kontrol etti. Sigara, çakmak, cüzdan, anahtar ve telefon. Hepsi tamdı. Aşağı indi. Arabasının kapısını uzaktan açtı. Sürücü koltuğuna oturup kapıyı kapattı. Motoru çalıştırıp, sevgilisiyle buluşacağı yere doğru hareket etti. Yolda bir çiçekçinin önünde durdu. Kır çiçeklerinden bir buket alıp yan koltuğa koydu. Yoluna devam etti. Kırmızı yandı. Durdu.

Gözlerini açtığında saat öğlene geliyordu. Hassiktir dedi. Hızlı üzerinden yorganı fırlattı. Hemen yüzüne bsu çarptı. Çoraplarını giydi. Pantolon, atlet gömlek derken ayakkabılarını geçirdi ayağına. Cüzdan, telefon anahtar. Alıp çıktı hemen dışarı. Arabasına atlayıp gaza bastı. İlk gününde işe geç kalmıştı. Patron yavşağın önde gideniydi. Patronun düşüncesine göre yapılmış iş değil her zaman yapılmamış iş vardı. Adamı memnun etmek gerçekten de mümkün değildi. Akşamki son votkayı içen kafamı sikeyim dedi sesli olarak. Hızlı gidiyordu ve dikkatsizdi. Trafik lambalarına doğru gelirken yeşil yanıp sönüyordu. Biraz daha hızlandı. Sar.. Kırmızı... Önünde yavaşlayıp durmak isteyene sertçe çarpıp ön camdan fırladı. Arkadan gelen sarsıntının etkisiyle kafasını direksiyona çarpıp geri gelmişti. Ancak öne doğru çok hızlı bir şekilde sarsıldığı için emniyet kemeri 4 kaburgasının kırılmasına sebep olmuştu. Üstelik bir kemikde kalbe zarar vermişti. Gözlerini açtı. Yanağında asfaltı hissediyordu. Telefonu çaldı. Sağlam olan koluyla telefonun kulağına götürdü. Patronu arıyordu. Alo bile diyemeden duyduğun tek ses "Kovuldun" diyen kızgın sesti. Ama bir dakika demeye çalıştı. Ama telefon kapanmıştı çoktan. Orospu çocukları dedi. Üstüne bir adam eğildi. İyi misin kardeş dedi. Ambulans yolda geliyor dayan kardeşim dedi. Hafifçe kafasını çevirip çarptığı arabaya baktı. İçindeki adam hareketsiz duruyordu. Ananı sikeyim dedi içinden. Gözlerini açtığında hastanedeydi. Sevgilisi başında elini tutuyordu. Gülümsemeye çalıştı. Olmadı. Ağzını oynatamıyordu. Sevgilisi ıslak gözlerle ona bakıyordu. O ise hiçbir yerini hissetmiyordu. Devam edecek... 

Avatar

Beter Sinek

Daha önceden nereye konduğunu gördüğüm sineği, ayağa kalktığımda aynı yerde bulunca, gözlerinin içine bakıp, hepsinin birden içine bakıp, "uruspu çucuğu" dedim. Bunu duyunca hınzırca sırıtıp tekrar havalandı. Beni rahat bırakmamak için and içmişti çünkü. Onlarca gözünü bana çevirip, üzerime doğru uçarken, sağ elimin dışıyla, "küstahlaşma lan!" diyerek çarptım bi tane.  Afallamıştı, ama pes etmeye niyeti yoktu. Bir süre ortalarda göremedim.  Ayağa kalkınca tekrar gördüm onu, avizenin kenarına konmuş beni izliyordu "uruspu". "Pis hergele" deyip gazeteyle vurunca, "böyle ölmemeliydim" diyerek yere düştü. En azından bi işe yara diyerek örümcek ağına bıraktım. Örümcek minnettardı bense sıkılıyordum.

Avatar

Bizimki de hayat mı be!

Anamızın karnından çıktık, nefes aldık, gördük, duyduk, hissettik, tattık... Sonra sevilmek istedik, takdir edilmek istedik, eleştirileri sevmedik.  İhtiyaçlarımızı karşılamak istedik; barınma, karnını doyurma, çoğalma, boşaltım vs... Sevdiğimiz şeylerle ilgilenmek istedik; hobiler, sevdiklerimizle beraber olmak... Sonra geleceğe hazırlıklı olmak istedik, sigorta, emeklilik için çalışmak, sağlıklı beslenmek, eğitim... Yalnız bir kere bile olsun kendimizi tanımadık. Kendimizi sadece olaylara verdiğimiz tepkilere göre tanıdık.  İlişkilerimizi taklitlerle yürüttük; onlar oraya gidiyor biz de gidelim, sen de çiçek al, sen de bunu yap, ebelek gübelek... Gerçeklere önem verdik ama bir yandan da "iyilik" için gerçeklerin saklanabileceğini savunduk. Ölüm sapına kadar gerçekti. Ama olsun yaşamak için ölümü düşünmemek, ölümle ilgili konu açmamak, keyif kaçırmamak lazımdı.   Ölmeyecekmiş gibi yaşamaya devam ediyoruz. Edeceğiz. Dünya da hep var olacakmış gibi tüketiyoruz. Sonu biliyoruz. Sona kadar onu düşünmüyoruz. Sonra karşımıza çıkıyor ve korkuyoruz.   Ölümü hayatın bir parçası olarak, bir gerçek olarak değil, kaçınmamız gereken bir şeymiş gibi görüyoruz.  Ölümün olduğu yerde daha ciddi şeyler de var. Ölüme kadarki sürede neler yaptığımız mesela. E ölüm var zaten onu biliyoruz. Sen o zamana kadar ne yaptın derler adama. Yaşadık. İşte okula git dediler, gittik; çalış dediler çalıştık; askerlik dediler "vatan millet sakarya" dedik; evlen dediler "tabi o da lazım" dedik... Ve başa döndük. Biz çocuklara oku, çalış, evlen diyeceğiz belki de... E sonra? Öleceksin! Züğürt tesellisi: "Amaaan ölümlü dünya, ko götüne" Bu arada bazı durum iletileri var mesela, "ben sana çok gelirim" , "süperim seni ezerim" , "şöyle şahaneyim, böyle marjinalim"... Yahu bu nasıl bi kendine güvendir. Sanırsın sokakta binlerce süpermen dolaşıyor.  Dağdaki budist rahip bu kadar emin değil kendinden be! Kendimize güvenelim tabi ki ama herşeye budalaca bir tavırla yaklaşıp kesin kararlar almayalım.  

Avatar

Maddi mutluluğun kalıcılığı o maddenin son kullanma tarihi kadar

FARKINDALIK

Korku, aç gözlülük, hırs, iyilik, kötülük, kıskançlık... Bunların hepsi insanın bir parçası... Ölüm, hayatın bir parçası...

Adaletsizlik, dünyanın, evrenin bir gerçeği... Biz, insanlık, her gün sabaha 8 akşam 5 çalışarak, okula giderek, ev temizleyerek, bahçe çapalayarak bir yaşamı tüketiyoruz... Diyeceksiniz ki ne yapacaktık? Kendimizi ama gerçekten kim olduğumuzu, her bir insanın binlerce yıldır süren bir birikimin sonucu olduğumuzu düşündük mü hiç?

Ortak bir bilincimizin olduğunu... Renkler, diller, dinler farklı da olsa aynı korkuları, aynı sevinçleri aynı hüzünleri yaşadığımızın farkında mıyız? Bir insanı bir canlıyı ona yaftalar yapıştırmadan gözlemledik mi? İşin aslı gerçekten farkında mıyız herşeyin?

DÜŞÜNCE

Düşünce aleminin sınırsız olduğu varlıklarız... Herşey önce bir düşünceyle başladı... Feysbuku, harfleri, yazıyı birileri önce düşündü... Bilgisayarı, telefonu, devleti, sağlığı, tüm teknolojik gelişmeleri, söylenen sözleri, yapılan hareketleri, davranışları...

Bütün bunlar önce düşünceydi... Bütün herşeyin düşüncede başladığı ve herşeyin düşünceyle, zihinle, akılla varolduğu bir yerde, adaletin, sevecenliğin, anlayışın, sevginin, mantığın varolması bu kadar zor olmamalı!!! Hayat dediğim ve şu anda içinde yolculuğa devam ettiğimiz bu iki kapılı handa sadece hanın duvarlarını mı inceleyeceğiz, bu duvar siyah bu duvar beyaz bu

duvarda ingilizce öbür duvarda türkçe yazıyor mu diyeceğiz... Han içinden geçenlerle kendimizi ayırıp onlara öteki mi diyeceğiz... Yoksa hepimizin aynı handa olduğu gerçeğini farkedip, aslında ortak bir hayatımızın olduğunu idrak edeceğiz... Ya da belki hana yeni eşyalar alırız...

ÖLÜM

Ölümün olduğu yerde daha ciddi ne olabilir? Kaybedenler Kulübü'nde de sorulan cevapsız soru... Ölümün olduğu yerde daha ciddi olan şey yaşamdır belki de... Ölüm her zaman orada çünkü... Ölüm hergün, her dakika yaşanıyor... Hayatın bir parçası olarak baktığımızda sonun nasıl olacağını biliyoruz...

Peki sonunu bildiğimiz bir hayatta son mu önemlidir, aradaki yaşamlarımız mı? Doğumdan ölüme kadar olan süreç değildir yaşam... İnsanlığın varolduğu zamandan öldüğümüz an'a kadarki bölüme yaşam diyoruz. Bir insan yaşamını tek olarak yaşamaz... Onbinlerce yıldır devam eden bir evrimle, birikimle yaşar... Bu birikimle dolar, yaşamında bunu aktarır ve yolun sonuna varır...

Peki bu birikimin içinde nasıl iyi bir mühendis olunacağına dair bilgilerin yanında iyi bir insan olmak var mı? Var... İyilik... Kötülük olmadan anlamsız... İnsan hem iyidir hem kötü... Burada mesele insanın kendini anlamasıdır... Kendini anlayani kendisinin farkında olan bir insan iyiliği daha iyi kavrayacaktır... Farkında olan insan aydınlanır... Aydınlanmak kuşkusuz saf iyilik getirir...

TANIMLAR

İnsanları tanımlıyoruz... Haset, dedikoducu, aldatan, sözüne güven olmayan... İnsanların bu hareketlerine bakarak onlar hakkında "imaj"lar yaratıyoruz... Bu imajları yaratırkenki ruh halimizi, kendimizi ne kadar tanıyoruz... Kendimizi nasıl tanımlıyoruz... Kendimizi kelimelere başvurmadan tnaımlayabilir muyuz?

Kelimeler insanı tam olarak tanımlamaya yetiyor mu? Hareketlerimiz bizi tam olarak tanımlıyor mu? Hareketlerimizin, sözlerimizin altında yatan düşünceler, ruh halimiz, benliğimiz... Ne kadar biliyoruz kendimizi...

Beni veya bir başkasını eleştirirken neye göre hareket ediyorsunuz? Ben bir başkasını eleştirirken neye göre eleştiriyorum... Karşımızdaki insanı biliyor muyuz? İnsanları tanıdığımızı iddia ederken, gerçekten kendimizi tanıdığımızı mı düşünüyoruz? Yoksa insanlığın kendi koşullandırmaları arasında mı yapıyoruz bunları? Öğrendiklerimizden ayrı olarak kendimizi tanımlayabilir miyiz?

Hiç görmediğimiz bir şeyi, canlıyı hayal edebilir miyiz? Biz öğrendiklerimizden, öğretilenlerden ibaretiz! Bu ortak bilinçten ibaret olan hayatta farklılaşmak önemli birşeyse neden bu kadar benzer hayatlar yaşıyoruz? Neden başkaları hakkındaki düşüncelerimiz, başkalarının başkaları hakkındaki düşüncelere benziyor? İnsanlığın övündüğü cesaret toplum içerisinde neden ortaya çıkmıyor, çıkamıyor

ADALET

Her insan farklı bir şekilde dünyaya geliyor... Kimi zengin kimi yoksul... Kimi sakat kimi sağlıklı... Biri en iyi imkanlardan faydalanabilirken, biri temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor... Dünyanın adaletsiz bir yer olduğunu kabul ettik mi? Kanunlar önünde eşit olduğumuz söylenirken, parası olanın daha iyi bir avukat tutarak "daha eşit" olduğu bir dünyada adaletten söz edilebilir mi? Adaletin olabilmesi için neye ihtiyaç duyuyoruz? Ortak yaşam alanımızda, dünyada herkesin bir olduğu gerçeğini farketsek dünya farklı olur muydu? Adalet duygumuz paraya göre mi şekilleniyor? Rekabete sürüklenen insanların adalet duyguları değişti mi? Daha iyi para kazandıran yolları bulanların bulamayanları "satın alması" normal mi geliyor? İnce çizgilerden oluşan hayatta ince bir kağıt parçasıyla, üstünde merkez bankası, devlet adı yazan bir kağıt parçasıyla, adaletin sağlanabileceğine inanıyor musunuz? Maddi mutluluğun kalıcılığı o maddenin son kullanma tarihi kadardır... İnsanlık maneviyatın önemini farkettiğinde arşa yükselecek...

You are using an unsupported browser and things might not work as intended. Please make sure you're using the latest version of Chrome, Firefox, Safari, or Edge.
mouthporn.net