mouthporn.net
#tumblr girls – @halimecan on Tumblr
Avatar

Halimecan

@halimecan / halimecan.tumblr.com

Ya doğuştan sarhoşsak içince ayılıyorsak?
Avatar

İyi ki Türk Askeri Var!

Son yıllarda ülkemizde askerin değeri ve askerlik mesleği üzerine yapılan tartışmalar, bazen gündemi fazlasıyla meşgul etse de, bir gerçeği göz ardı etmek mümkün değil: Türk askeri, bu toprakların en önemli güvencesidir. Gelişen teknoloji ve modern savaş stratejileriyle birlikte askeri gücün sadece fiziksel donanım ve teknolojik imkanlarla değil, aynı zamanda moral ve motivasyonla da şekillendiğini daha iyi anlıyoruz. Türk askeri, yalnızca bugünün değil, geleceğin de en büyük sigortasıdır.

Bugün, dünyanın dört bir köşesinde Türk askerinin üstün disiplinini, cesaretini ve vatanseverliğini takdir eden birçok uluslararası gözlemci var. Ama biz, Türk askerinin ne kadar kıymetli olduğunu her zaman, özellikle de zor günlerde daha iyi fark ediyoruz. Onlar, her türlü zorlukla başa çıkabilen, gerektiğinde kendi hayatını riske atarak milletini koruyan, kahraman bir neslin temsilcileridir.

Tarihi şanlı zaferlerle dolu Türk Silahlı Kuvvetleri, sadece savaşta değil, barış zamanında da önemli bir rol üstlenmektedir. Son yıllarda yapılan modernizasyon çalışmalarının yanı sıra, askerlere yönelik sağlık, eğitim ve sosyal imkanların güçlendirilmesi, Türk ordusunun daha da sağlam temeller üzerine inşa edilmesini sağlıyor. Çünkü bir ordu, sadece savaş esnasında değil, savaşın dışında da her yönüyle güçlü ve sağlıklı olmalıdır. O nedenle, "kendi askerine iyi bakmayanlar, gelecekte başka milletin askerlerine bakar" sözü, bir uyarı değil, bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor.

Türk askeri, bugün sadece ülkesinin sınırlarını korumakla kalmıyor; aynı zamanda uluslararası barış misyonlarında da aktif rol oynuyor. Her ne kadar bazen sınır dışı operasyonlar, göçmen krizleri veya farklı uluslararası anlaşmazlıklar nedeniyle Türk askeri dünya çapında dikkatle izleniyor olsa da, içerde ve dışarıda her zaman Türk milletinin huzur ve güvenliğini sağlamak için elinden gelenin en iyisini yapmaktadır.

Bu noktada, sadece askeri gücün değil, Türk askerinin moralinin de önemli olduğunu unutmamak gerekiyor. Onların psikolojik ve fizyolojik sağlığı, sadece sahada değil, geri planda da güvenliğin sağlanmasında hayati bir rol oynar. Bugün yapılan düzenlemeler ve iyileştirmeler, Türk askerinin her yönüyle daha verimli, daha etkili olmasına olanak tanıyor.

Bir toplumun en önemli görevlerinden biri, ona hizmet eden ve canını hiçe sayarak güvenliğini sağlayan askerine değer vermek ve ona her türlü desteği sağlamaktır. Yalnızca askeri malzeme ve donanım değil, askerlerin sağlıkları, eğitimleri, ailelerinin huzuru ve yaşam standartları da o kadar önemlidir. Kendi askerine sahip çıkmayan bir millet, yarının zorluklarında yalnız kalabilir.

Her geçen gün Türk askerinin gücünü daha net bir şekilde görsek de, bu gücü sürdürebilmek için sadece askeri yatırımlar değil, insana yapılan yatırımlar da kritik öneme sahiptir. Türk askeri, yalnızca bu toprakların değil, tüm insanlığın güvenliğini koruyan bir güvencedir. Ne kadar güçlü olursa, milletin huzuru o kadar garanti altına alınır.

İyi ki Türk askeri var. İyi ki, her zaman görev başında.

Avatar

Dün, Bugün, Yarın Mustafa Kemal’in Askeriyiz

Mustafa Kemal Atatürk’ün bağımsızlık mücadelesinin simgesi, Cumhuriyet’in kurucusu ve Türk milletinin lideri olarak bıraktığı miras, her geçen gün daha fazla anlam kazanıyor. “Dün, Bugün, Yarın Mustafa Kemâlin Askeriyiz” sözleri, bir neslin değil, tüm Türk milletinin ortak paydasında birleştiği ve Cumhuriyet'in ilkelerinin yarının nesillerine aktarılması gerektiğinin altını çizen bir manifesto gibidir. Bu söz, sadece bir askerin yeminini değil, bir halkın geleceğe dair kararlılığını da simgeler.

Atatürk, Türk milletinin çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmasını amaçlamış ve bunu gerçekleştirebilmek için sadece askeri başarıları değil, aynı zamanda eğitimde, kültürde ve sosyal hayatta köklü bir dönüşüm hedeflemiştir. "Askerlik" burada yalnızca savaş meydanlarındaki bir meslek değil, aynı zamanda bir halkın özgürlüğü ve bağımsızlığı için yapılan bir kutsal görevdir. Bu görev, Atatürk’ün silah arkadaşları tarafından bugün de aynı sorumlulukla sürdürülmektedir. Ancak bu sorumluluk sadece askeriyeye ait bir mesele değil, her Türk vatandaşının yükümlülüğüdür.

Mustafa Kemal’in askeri, sadece disiplinli, cesur ve fedakar bir insan değil, aynı zamanda fikirleriyle, değerleriyle ve Cumhuriyetin kazanımlarıyla da savaşan bir bireydir. Bu anlayış, Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren milletin her ferdine aşılanmış bir ilke olmuştur. Cumhuriyetin temellerinin atıldığı yıllarda, "Genç Teymenler yalnız değilsiniz" diyen bir sesin, yalnızca askeri değil, tüm genç nesiller için bir yol haritası çizdiği unutulmamalıdır. O ses, bir toplumun değişime olan inancını ve değişime olan cesaretini simgeliyor.

Bugün, geçmişteki mücadelelerin hatırlanması, Cumhuriyet’in kazanımlarının her bir vatandaşa özümlendirilmesi için büyük bir anlam taşıyor. Her geçen yıl, Cumhuriyetin temelleri üzerine yeni bir inşa süreci başlatılmaktadır. Gençler, bu mirası taşımakla yükümlüdür; çünkü onlar yarının liderleri, aydınları, bilim insanları ve askerleridir. “Mustafa Kemâlin Askeriyiz” demek, bir yönüyle geçmişe olan saygıyı, diğer yönüyle ise bu mirası daha da ileriye taşıma sorumluluğunu omuzlamak demektir.

Ve elbette, yarının Türkiye’si, Atatürk’ün ilke ve inkılaplarına sahip çıkan gençlerle şekillenecektir. Bugün, bu mirasa sahip çıkan ve Atatürk’ün ideallerini yaşatmaya devam eden her genç, sadece geçmişin izlerini taşımakla kalmaz, aynı zamanda onu geleceğe taşır. “Dün, Bugün, Yarın” diyerek, bu sorumluluğun bir geçiş değil, süreklilik arz eden bir çizgi olduğunu hatırlatıyoruz.

Mustafa Kemal Atatürk, halkı için yalnızca bir askeri komutan değil, bir öğretmendi; fikirleriyle yol gösteren bir liderdi. Ve bu mirası, her geçen gün daha derinlemesine anlamak, yalnızca geçmişi anmak değil, geleceği inşa etmek için elbirliğiyle çalışmak demektir.

Genç Teymenler, yalnız değilsiniz! Hem geçmişin hem de geleceğin gücü sizlerin elinde… Ve unutmayın, yarının büyük Türkiye’si, bugünün gençlerinin omuzlarında yükselecektir.

Avatar

Basit Hayat, Muhteşem Günler

Günümüz dünyasında, hayatı basitleştirmek artık bir lüks, hatta bir imtiyaz gibi görünüyor. Sürekli bir koşturmaca, bitmek bilmeyen hedefler ve sosyal medya üzerinden parlatılmış “başarı” imgeleri, çoğumuzun zihnini ve ruhunu yıpratıyor. Oysa, bazen gerçek mutluluk basit şeylerde gizlidir: Bir kahvenin kokusunda, bir sohbetin samimiyetinde, ya da belki de sadece bir anın huzurunda.

“Tek istediğim, basit bir hayatın muhteşem günleri,” diyor bir düşünür. Bu söz, her şeyin hızla geçtiği bir dünyada, geriye dönüp durup sadece olanı kabul etmenin, basitliğin içinde mutluluğu bulmanın kıymetini hatırlatıyor. Herkesin bir hedefe koştuğu, başarıların ve başarısızlıkların sosyal medya paylaşımlarıyla ölçüldüğü bu çağda, basit bir hayat neredeyse bir hayal gibi görünüyor. Ancak aslında basitlik, doğrudan huzurla bağlantılı.

Bazen bir çiçek, bir kahkaha, bir dostla yapılan sessiz bir yürüyüş, büyük başarılar kadar değerli olabilir. Basit bir hayat, elbette hayatta hiçbir şeyin peşinden koşmamayı ifade etmez. Ama sadece koşmak, sadece daha fazlasını istemek, insanı tükenmişliğe sürükler. Burada önemli olan, küçük anların tadını çıkarmak ve yaşadığımız anı değerli kılmaktır.

Huzurlu bir sabah, günün koşuşturması başlamadan önce, birkaç dakika sadece kendinize ayırmak… Bazen bunlar, bir ömre bedel anlar yaratabilir. O anlarda, dış dünyadan bağımsız bir dinginlik hissedebilirsiniz. İşte bu, "basit bir hayatın muhteşem günleri"dir. Zihnimizde kurduğumuz karmaşanın içinde, bu huzuru yakalayabilmek gerçek zenginliktir.

Birçokları için basitlik, "yetersizlik" ya da "daha az" demek olabilir. Oysa basit bir hayat, tam tersi bir zenginlik taşır; çünkü bu hayatın içinde, sahip olunan her şeyin değerini bilmek, her anı dolu dolu yaşamak vardır. Basitlik, daha fazla sahip olmak değil, sahip olduklarımızla yetinmeyi bilmektir. Birlikte geçirilen kaliteli zaman, küçük sevinçler, gerçek bir huzur… Bunlar, her zaman büyük bir servetten daha kıymetlidir.

Tek isteğim, basit bir hayatın muhteşem günlerini yaşamak. O anlar, büyük hedeflerin ötesinde bir anlam taşır ve hayatı derinlemesine kavrayabilmek için en değerli fırsatları sunar. Her günün, her anın, basit ama muazzam bir zenginlik sunduğu bu dünyada, belki de en doğru seçim, kendimizi daha az zorlayıp, basitliğin içindeki güzellikleri keşfetmektir.

Avatar

Hayatın Güzelliği, Kırılganlıkta Gizlidir

Hayat bazen kırılgan bir saksıya benzer; görünürde basit, ama aslında kırılması kolay. Birçok insan için bir saksının kırılması, basit bir olaydır. Belki de sadece bir anlık bir üzüntü yaratır, ama kimse o saksıdaki çiçeği düşünüp, onun duyduğu acıyı anlamaz. Oysa ki çiçek, kırılan saksının içinde tutunmaya çalışan, hayata tutunabilmek için mücadele veren bir varlıktır. Onun için kırılan bir saksı, sadece bir nesnenin yok olmasından çok daha fazlasıdır; o, hayatın bir parçasıdır, duygudur, emektir, bir çaba ve sabırla büyüyen bir yaşamdır.

Hayat her zaman dışarıdan göründüğü gibi değildir. Başkalarının hayatına bakıp, "Hayat onlara güzel" demek kolaydır. Ancak, gerçekten kimse başka birinin iç dünyasına, yaşadığı zorluklara ve derinliklerine tam olarak vakıf olamaz. Her birey, kendi iç yolculuğunda bir mücadele verir, bu yolculuk bazen gizlidir, bazen de gözle görülmeyen yaralarla doludur. Başkalarının hayatı bizim gözümüzde bazen parıltılı olabilir, ancak unutmayalım ki o ışığın ardında, kim bilir neler saklıdır?

Birçok insan, dışarıdan bakıldığında hayatları mükemmel görünen diğerlerine özenti duyar, onları kıyaslar ve kendisini eksik hisseder. Ancak gerçekte, her birey kendi savaşını verir. Bazen en parlak gülüşlerin ardında en derin acılar gizlidir. Ve bazen de en sessiz insan, içindeki fırtınaları tek başına taşır. Yalnızca yüzeyine bakarak bir hayatın güzel ya da kötü olduğunu söylemek yanıltıcıdır. Zira güzellik, her bireyin içinde, onun taşıdığı yüklerle birlikte şekillenir.

Birçok insanda, başkalarının hayatlarına bakıp "Onların hayatı ne kadar güzel" dediklerini duyarız. Ancak, belki de biz farkında olmadan başkalarına bakıp onların hayatındaki güzellikleri konuşuyoruzdur. Kimi zaman, başkalarının gözlerinde hayatın ne kadar değerli olduğunu hatırlayabiliriz. Onlar, belki de bizim fark etmediğimiz bir şeyleri görüyorlardır. Herkesin hayatı kendi içinde bir anlam taşır, her kırıklık ve her acı, bir büyüme ve olgunlaşma sürecinin parçasıdır.

Öyleyse, hayatın güzelliği dışarıda, başkalarının hayatlarında değil, tam da bizim içimizde saklıdır. Başkalarının kırıkları, bizim kırıklarımız, onların mutlulukları, bizim mutlu anlarımızdır. Her birey, bir çiçek gibi, kendi saksısında tutunmak için mücadele eder ve bazen de bu mücadeleler, en kırılgan anlarımızda hayatımıza anlam katar. Unutmayalım ki; kırılan bir saksının içinde bile bir yaşam var, yeter ki onu görmek isteyelim

Avatar

Kimine Kurt, Kimine Dert Hayatın Gizli Yüzü

Hayat, sürekli bir dengenin ve karşıtlıkların oyunudur. Bazen bir kapı kapanır, başka bir kapı açılır. Bazen bir fırsat birine çıkarken, aynı fırsat başka birine kayıp olarak görünür. "Kimine kurt, kimine dert" diyerek anlatmaya çalıştığımız işte tam da bu karmaşa ve karşıtlıklar dünyasıdır. Her olay, her durum, farklı kişiler için farklı anlamlar taşır. Bir kişi için bir kurtuluş, bir başka kişi için ise büyük bir çıkmaz olabilir.

Bu atasözü, sadece bireysel yaşamlarımızda değil, toplumsal olaylarda da karşımıza çıkar. Bir toplumda yapılan bir değişiklik, bir kesimi memnun ederken, diğerlerini rahatsız edebilir. Ekonomik reformlar, bazen toplumun daha az fırsata sahip olan kesimlerini daha da zor durumda bırakabilirken, zenginler ya da güç sahipleri için yeni kazanç kapıları aralayabilir. Tıpkı bir hükümetin aldığı kararların, kimi vatandaş için umut verici bir gelişme, kimisi içinse büyük bir tehdit oluşturması gibi.

Hikayenin iki tarafı olduğu gibi, hayat da her zaman bu iki tarafı sunar. Bugün size iyi gelen bir gelişme, yarın başkasını etkileyebilir. Yalnızca ekonomik ya da toplumsal olaylar değil, kişisel ilişkilerimiz de aynı şekilde evrilir. İki dost arasında bir rekabet ya da bir fırsat, bazen dostluğu bozabilir, bazen ise sağlamlaştırabilir. Kimine bir kazanç, kimine kayıp olarak yansır.

Peki, bu durumla nasıl başa çıkmalıyız? Öncelikle şunu kabul etmeliyiz: Hayatın doğasında adaletin, eşitliğin ve dengenin her zaman mükemmel şekilde işlediği bir dünya yoktur. Herkesin yaşamı farklıdır; fırsatlar farklıdır, mücadeleler farklıdır, kayıplar da farklıdır. Ancak önemli olan, bu farklılıkların farkına varıp birbirimize saygı göstermektir. Birinin kazancı, başkasının kaybı anlamına gelmemeli. Kiminin kurtuluşu, kimine dert olmamalıdır. Hepimiz birbirimizi anlamaya çalıştıkça, bu karmaşık dünyada daha güçlü bir toplum oluşturabiliriz.

"kimine kurt, kimine dert" demek, hayatın çeşitliliğine, zenginliğine ve karmaşıklığına işaret eder. Herkesin yolu farklıdır, her birimizin mücadelesi ve zaferi başka başka şekillerde tezahür eder. Ancak bu farkların farkında olmak, birbirimize empatiyle yaklaşmak, hayatın bu zorlu ama bir o kadar da öğretici yolculuğunda en büyük kazancımız olacaktır.

Avatar

Herkesten Dayak Yiyin, Köpek Başını Okşayan Isırırmış

Son zamanlarda yaşadığımız toplumsal ilişkiler, her geçen gün biraz daha karmaşık hale geliyor. İnsanlar arasında güven, sadakat, dostluk gibi değerler ne yazık ki giderek daha fazla sorgulanıyor. İronik bir şekilde, her geçen gün daha çok “dostum” dediğimiz insanlardan hayal kırıklığına uğruyoruz. Bu durum, eski bir atasözünü akla getiriyor: "Herkesten dayak yiyin, köpek başını okşayan ısırırmış." Bu söz, ne kadar sert ve keskin görünse de, aslında hayatın en temel gerçeğini vurguluyor: güvendiğiniz insanlar, en çok sizi yaralayabilir.

Güven, ilişkilerin temel taşlarından biridir. Ancak, son yıllarda gözlemlediğimiz bir gerçek var: Güven, kolayca inşa edilse de, aynı hızla yıkılabiliyor. "Dostum" dediğiniz, sizi en iyi tanıyan insan, bazen en acımasız darbeyi de vurabiliyor. İnsanın doğasında var olan çıkarcılık ve zaman zaman bencillik, hepimizi bir şekilde etkiliyor. Dostluk, sevgi ve güven gibi soyut kavramlar, bazen çok somut, acı gerçeklerle yüzleşmemize yol açabiliyor.

Birçok insan, başkalarının güvenini kazanmak için çaba sarf eder. Ancak, güven duygusu karşılıklı olmalı. Biz insanlar, karşımızdakini tanımadan, sadece dışsal davranışlarına dayanarak onları sınıflandırma eğilimindeyiz. "O iyi insan, o kötü insan" şeklindeki genellemelerle, bazen yanılabiliyoruz. Zaman, insanları şekillendiriyor; bazen yıllarca bildiğiniz biri, bir gün sizin karşınıza çıkar ve "yüzünüze" bakarken, aslında sizi hiç tanımadığını fark edersiniz.

İşte bu noktada, "köpek başını okşayan ısırır" atasözünü bir uyarı olarak almak gerekiyor. Çevremizdeki insanlara ne kadar yakın olursak olalım, sınırlarımızı asla unutmamalıyız. Herkesin bir çıkarı vardır ve bu çıkar, bazen duygusal bağları da aşarak, kişisel yarara dönüşebilir. İnsanlar ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar, zaafları ve çıkarları doğrultusunda kararlar alabilirler. Bu, bizim onlara olan güvenimizi zedeleyebilir. Öyle ki, güveninizi kaybettiğinizde, dostunuzdan alacağınız darbe, bir yabancıdan alacağınız darbeden çok daha büyük olabilir.

Ancak, bu uyarı size tüm insanları kuşkuyla yaklaşmaya çağıran bir tavsiye değildir. Aksine, sağlıklı bir bakış açısıyla, her insana önce şans tanımak, samimiyetle yaklaşmak önemlidir. Ama tüm bunlar, karşınızdaki kişilerin, zaman içinde sınırlarınızı aşıp sizi hayal kırıklığına uğratmasını engellemez. Bu yüzden, sınır koymak, başkalarının davranışlarıyla şekillenen güven duygusunu dengelemek önemlidir.

Hayatta herkesin mutlaka güvenebileceği bir insan vardır, ama kimseye körü körüne güvenmemek gerektiğini unutmamalıyız. Güven, zamanla inşa edilen ve kaybedildiğinde tekrar toparlanması çok güç olan bir değerdir. İnsanların davranışları, çıkarları doğrultusunda şekillenirken, biz de bu gerçekleri bilerek, ama umutla ve açık yürekle yaşamalıyız. Hayatta en büyük güvencemiz, belki de kendimize olan inancımızdır.

Son olarak, "Herkesten dayak yiyin, köpek başını okşayan ısırırmış" sözünü hatırlayarak, güvenin yalnızca karşınızdaki insanlardan değil, kendi sınırlarınıza olan saygınızdan da kaynaklandığını unutmamalıyız.

Avatar

Işığınıza Gölge Düşürecek İnsanlardan Uzak Durun

Hayat, tıpkı bir yolculuk gibi. Her bir adımımız, her bir seçimimiz, bizi belirli bir yön ve hedefe doğru götürür. Ancak bu yolculukta en kritik sorulardan biri şudur: Hangi insanlarla yola çıkmalıyız? Çünkü etrafımızdaki insanlar, hayatımızın rotasını doğrudan etkiler.

İnsanlar, hayatımıza ışık katabileceği gibi, gölge de düşürebilir. Işığınız, ruh haliniz, hayata bakış açınız ve enerjiniz, etrafınızdaki insanlardan etkilenir. Yani, size değer veren, sizi cesaretlendiren, potansiyelinizi görüp size inanan insanlar bir nevi ışığınızı parlatır. Oysa sizi küçümseyen, hayallerinize ket vuran, sürekli negatif enerji yayan insanlar ise, tıpkı gölge gibi, sizi karartır.

Bu noktada, önemli olan bir soruya odaklanmak: Hangi insanlar sizi destekliyor ve hangi insanlar sizi geride tutuyor? Kendimizi kötü hissettiğimizde, bu genellikle çevremizdeki kişilerin etkisiyle ilgilidir. Olumsuz düşünceler, küçümsemeler ve sürekli eleştiriler, insanın öz güvenini yavaşça yok eder. Oysa, sizi motive eden, başarılarınıza odaklanan ve sizi daha iyiye doğru iten insanlar, gerçekten değerli insanlardır.

Her bir insan, bir ayna gibidir. Çevremizdeki insanlar, bizim iç dünyamızın yansımasıdır. Eğer kendimizi sürekli olarak yetersiz, mutsuz ve eksik hissediyorsak, bunun sebebi etrafımızdaki kişiler olabilir. Çünkü bir insan ne kadar güçlü olursa olsun, sürekli olumsuzluklarla çevrilmişse, zamanla bu olumsuzluklardan etkilenir.

Elbette, hayatı sadece etrafınızdaki insanlara göre şekillendiremezsiniz. Fakat, çevremizdeki kişilerin bizlere kattığı değer oldukça önemlidir. Işığınızı karartan, hayallerinizi küçümseyen ya da sizi geride tutmaya çalışan insanlardan uzak durmalısınız. Bunu yaparken, size zarar veren kişileri hayatınızdan çıkarırken, aynı zamanda size gerçek anlamda katkı sağlayan insanları daha da yakınlaştırmalısınız. Çünkü bir insanın değerini, ona sunduğu katkı ve destekle ölçmek gerekir.

Gölgenin peşinden gitmek, her zaman sizi karanlıkta bırakır. Ama ışığa doğru yürüdüğünüzde, etrafınızda da ışığınızı parlatacak insanlar olmaya başlar. İyi insanlarla yürüyen bir kişi, daha yüksek bir noktaya ulaşır.

Sonuçta, hayat bir seçimler meselesidir. Işığınızı kiminle paylaşacağınızı, hangi insanlarla yol alacağınızı seçerken, kendi değerinizi unutmamalısınız. Kendinizi sevin, kendinize değer verin ve etrafınızdaki insanlara da bu saygıyı gösterin. Çünkü, kimse başkalarının ışığından korkmamalı, aksine herkesin ışığını parlatacak alanı yaratmalıdır.

Işığınızı karartacak gölgelerden uzak durun ve hayatınızda sizi gerçekten destekleyen, büyüten insanlarla yolculuk yapın.

Avatar

Çalışma Hayatında Empati ve Sınırlar

Son dönemde insanların iletişim şekli büyük bir dönüşüm geçiriyor ve maalesef bu dönüşüm, empati eksikliğini ve yanlış anlamaları beraberinde getiriyor. Günümüzde çok sayıda insan, karşındakini anlamak yerine yalnızca cevap vermek üzerine odaklanıyor. Bu, iletişimi neredeyse tamamen yüzeysel hale getiriyor ve karşılıklı anlayış yerini hızla yanlış anlamalara bırakıyor. Kişiler, kendilerine uygun ya da işlerine gelen yorumları, davranışları duyduklarında tepki vermekte bir an bile tereddüt etmiyorlar.

Geçtiğimiz günlerde yaşadığım bir olay, bu durumu daha iyi anlamama yardımcı oldu. Bir çözüm ortağım ile bir konuyu tartışırken, bir anda yükseldi. Şaşkınlıkla "Yanlış anladınız galiba, durum böyle değil" diye açıklama yapmak zorunda kaldım. Halbuki anlatmaya çalıştığım şey, üzerinde bu kadar durulacak bir şey değildi. Yine de, karşı tarafın gösterdiği tepkinin gerisinde yorgunluk ya da stres olduğunu düşündüm ve "Galiba yorgunsunuz ya da zor bir süreçten geçiyorsunuz, hiç sorun değil" diyerek konuyu kapattım.

Fakat, çözüm ortağımla olan iş ilişkisini sürdürmemin gereksiz olduğunu düşündüm. Zira, iletişimdeki empati ve anlayış eksikliğini görmek, gelecekteki olası işbirliklerimizi tehlikeye atabilirdi. Herkesin, kendi psikolojik durumunu yönetme ve sorumluluklarını yerine getirme yeteneğine sahip olması gerektiğini düşünüyorum. Ben, bir çözüm ortağım ya da işbirlikçimle, yalnızca işin gereklilikleri üzerinden iletişim kurarım.

Herkesi anlamak, her durumu değerlendirmek, bir arabulucu rolü üstlenmek zorunda değilim. İnsanlar yetişkin olarak, sorumluluklarını bilerek hareket etmelidir. Empati, karşılıklı saygı ve anlayış temelinde kurulan sağlıklı iletişimler, sadece kişisel ilişkilerde değil, profesyonel hayatta da verimliliği artırır. Bu nedenle, iletişimde karşılıklı anlayış eksikliği olan durumları, kendi sağlığım ve verimliliğim için terk etmekte hiçbir sakınca görmüyorum.

Avatar

Başkalarının İnancına Değil, Kendi Yaşamına Odaklan

Ülkemizde din, tarihin ve kültürün bir parçası olarak derin bir yer edinmiş durumda. Ancak bazen, dini inançlarımızı ve değerlerimizi başkalarının yaşantılarına müdahale etme biçiminde ifade etmeye eğilimli oluyoruz. Bu yaklaşım, aslında daha çok başkalarının inançlarıyla ilgilenmeyi, kendi iç dünyamıza odaklanmaktan daha önemli hale getirmemize yol açabiliyor. Oysa, “Kendi dindarlığı ile meşgul olana Müslüman, başkasının Müslümanlığıyla meşgul olana İslamcı denir” sözündeki derin anlamı düşündüğümüzde, aslında herkesin kendi yolculuğuna odaklanması gerektiğini anlarız.

Her bireyin, kendi yaşantısını ve inancını içtenlikle benimsemesi, toplumun daha sağlıklı bir şekilde ilerlemesine katkı sağlar. Kendi dindarlığını sadece bir başkalarını yargılayarak değil, kişisel bir sorumluluk olarak ele almalı ve hayatını bu doğrultuda şekillendirmelidir. Kendi iç huzurumuzu bulmak, çevremize de olumlu yansıyacaktır.

Yaşamı daha derinlemesine anlamak, her anı kutlamak ve içsel bir huzur içinde olmak, yalnızca başkalarını yargılamaktan daha fazla anlam taşır. Her anı yaşamak, dünya ile barış içinde olmak, yalnızca dışarıya değil, içeriye de bir huzur yaymak demektir. Kendimizi doğru şekilde geliştirerek, başkalarının Müslümanlığıyla değil, kendi Müslümanlığımızla meşgul olmalı ve her günü daha anlamlı kılmalıyız.

Huzurlu bir toplum yaratmanın yolu, herkesin kendi içsel yolculuğuna odaklanarak, başkalarının hayatlarına saygı duymaktan geçer. Kendi yaşam tarzımızla örnek olmalıyız, böylece başkalarına sadece doğruyu göstermekle kalmayıp, onları da daha doğru bir yaşama teşvik edebiliriz.

Avatar

Kendi Yaşantısına Odaklanarak Hayatın Keyfini Çıkarmak

"Kendi dindarlığı ile meşgul olana Müslüman, başkasının Müslümanlığıyla meşgul olana İslamcı denir." Bu cümle, sadece dini bir anlayışı değil, aynı zamanda insanın kendi yaşamına odaklanmasının, dış dünyadaki karmaşaya ve yargılara karşı daha sağlıklı bir yaklaşım geliştirmesinin önemini vurguluyor. Eğer toplum olarak, her birey kendi yolculuğuna odaklansa ve hayatın her anını dolu dolu yaşama keyfini çıkarsa, ne kadar huzurlu bir dünyada yaşayacağımızı bir düşünün...

Hayatın tadını çıkarabilmek için önce kendi iç yolculuğumuza odaklanmalıyız. Bir insan, kendi inançlarını, değerlerini ve yaşam biçimini bulduğunda, başkalarının hayatına müdahale etme gerekliliğini hissetmez. Kendi dindarlığını ve yaşamını geliştiren bir birey, başkalarının yaşamını yargılamaz, çünkü o, kendi içindeki huzuru bulma çabasındadır. Ancak, başka birinin Müslümanlığını, yaşam tarzını ve inançlarını sorgulayan kişi, aslında dışarıda aradığı huzuru, kendi iç dünyasında bulamayan kişidir.

Gerçek huzur, dışarıdaki dünyayı kontrol etmeye çalışmaktan değil, kendi hayatımıza odaklanmaktan geçer. Her anı, kendi değerlerimize göre şekillendirerek yaşamak, dış dünyanın gürültüsünden ve başkalarının düşüncelerinden bağımsız olarak içsel bir dinginlik yaratır. Kendimize, "Ben kimim? Ne istiyorum? Neye inanıyorum?" gibi soruları sorarak, kendimizi daha iyi tanır ve hayatı daha anlamlı bir şekilde yaşayabiliriz.

Bu yaklaşım, sadece bireysel huzuru değil, toplumsal barışı da beraberinde getirir. Çünkü kendi yolunu bulmaya çalışan insan, başkalarının yoluna müdahale etmez. Herkesin farklı bir hayat tarzı olabilir; ama bir toplumda, herkesin kendi yolunu bulmasına saygı duymak, birlikte barış içinde yaşamanın temel şartıdır. Birbirimizi yargılamadan, kendi yaşamımızı en iyi şekilde yaşamak, toplumsal huzurun en önemli adımıdır.

Sonuç olarak, kendi yaşamımıza odaklanarak, her anın tadını çıkararak yaşamak, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde büyük bir iyileşme sağlar. Dış dünyayı değiştirmeye çalışmadan, iç dünyamıza yönelerek, yaşamın keyfini daha derinlemesine çıkarabiliriz. Bu, hem ruhsal dinginlik hem de toplumsal barış için en değerli adım olacaktır.

Avatar

Müslümanlık Zamanla Değişmez, Zaman Ona Uyar

Son yıllarda din anlayışımızda büyük değişiklikler olduğu sıkça dile getiriliyor. İnsanlar, Müslümanlık’ın geçmişteki anlamıyla şimdi arasında farklar olduğunu ve bunun zamanla değiştiğini iddia ediyor. Ancak burada unutmamamız gereken bir şey var: Din, zamanla değişen bir kavram değildir. Zaman, dinin özüyle uyumlu bir şekilde evrilir, fakat dinin hakikati ve temel öğretileri değişmez.

İslam, Allah’ın son mesajıdır ve bu mesaj, tarih boyunca insanlar için geçerli kalacak şekilde belirlenmiştir. İslam’ın özü, insana doğru yolu göstermek, adaleti sağlamak, insan haklarına saygı göstermek ve Allah’a teslimiyet içerisinde bir yaşam sürmektir. Din, zamanla dönüşüme uğramaz. Zaman, insanların içtihatları, anlayışları ve yorumları üzerinden şekil alabilir, ancak dinin kendisi sabittir.

Müslümanlık, başkalarının Müslümanlığını yargılamak, başkalarının dini pratiğiyle ilgilenmek değil, bireysel olarak Allah’a kulluk etmektir. Tıpkı Mevlana’nın dediği gibi: “Kimseyi yargılamadan, her insanın kendi iç yolculuğunda neye ihtiyaç duyduğunu anlamaya çalışarak yaşamalıyız.” Gerçek anlamda bir Müslüman, önce kendi nefsini ıslah etmeye çalışır, başkalarını eleştirmek veya yargılamak yerine, kendi ibadetine ve ahlaki sorumluluklarına odaklanır.

Eğer ülkemizde herkes, sadece kendi dini pratiğiyle meşgul olmayı, başkalarının inancına müdahale etmeyi bırakmayı öğrenebilse, toplumda daha fazla hoşgörü, daha fazla barış ve huzur olur. Çünkü her birey, kendi ruhsal yolculuğunda farklı aşamalardan geçer ve bu farklılıklar, dinin özüyle bir çatışma oluşturmaz.

Gerçek Müslümanlık, dinin ahlaki değerlerine sadık kalmak, başkalarına karşı iyi niyetli olmak ve insanlık için hayırlı işler yapmaktır. Eğer her birimiz, kendi Müslümanlığımızı yaşamak ve bu yolculukta başkalarına karışmamak için çaba harcarsak, toplumda daha barışçıl ve huzurlu bir ortam oluşturmuş oluruz.

Zaman değişebilir, ancak dinin özündeki değerler sabittir. Müslümanlık, başkalarını yargılamakla değil, önce kendimizi doğru yolda bulmakla ilgilidir. Bu anlayışı hayata geçirirsek, toplum olarak daha huzurlu, daha mutlu bir geleceğe doğru adım atmış oluruz.

Avatar

Hayatın Gerçek Zenginliği

Teresa Pomar’ın sözleri, iyiliğin ve yardım etmenin değerini çok güzel özetliyor: "Birine yardım ettiğinizde bunu teşekkür ederek yapın, çünkü hayat sizi yardıma ihtiyacı olanın yerine değil, verenin yerine koydu." Bu ifade, yalnızca bir nezaket değil, aynı zamanda bir yaşam felsefesi olarak karşımıza çıkıyor. Zira, hayatın anlamı yalnızca almayı değil, başkalarına bir şeyler verebilmeyi de içeriyor.

Bugün, dünyanın hızla değişen düzeninde insanlar giderek daha yalnızlaşabiliyor, stres, kaygı ve belirsizlik duyguları artabiliyor. Ancak her ne kadar karanlık görünse de, iyiliği ve merhameti paylaşmak insanın ruhunu aydınlatan bir ışık olabilir. Hangi zorluklarla karşılaşırsak karşılaşalım, başkalarına yardım etmenin, ne kadar basit görünse de, aslında en büyük teselli ve iyileştirici güç olduğunu unutmamalıyız.

Yardım etmek yalnızca maddi anlamda değil, manevi anlamda da insanı güçlendirir. Kimse yalnız değildir, bir başkasının varlığı ve desteği, yalnızlık hissini azaltabilir. Ve belki de dünyadaki en değerli şey, birinin yaşamına dokunabilmektir.

Bu çağda, özellikle bunalım ve depresyonla mücadele eden birçok insan var. Ancak, yaşamın sunduğu imkanların farkına vararak, bizler de başkalarına daha fazla yardım edebiliriz. Bunu yaparken, karşımızdaki kişinin bir sorunla mücadele ederken, onlara verebileceğimiz en kıymetli şeyin içten bir ilgi, samimi bir destek ve merhamet olduğunun farkında olmalıyız. Eğer bu güzellikleri fark edebilirsek, belki de kendi hayatımıza da daha fazla anlam katabiliriz. Yardım etmek, aslında hem verenin hem de alanın kazandığı bir eylemdir.

İyilik, merhamet ve paylaşmanın gücünü anlamak, modern dünyanın karmaşasında kaybolmamamıza yardımcı olabilir. Belki de huzur ve mutluluğu bulmanın yolu, bu küçük ama etkili adımları atmakta gizlidir.

Avatar

"Sığınmacılara Koltuk Veren Türkiye, Kendi Çocuklarını Koru(ya)madı mı?"

İzmir'de 5 yaşındaki 5 çocuğun evde çıkan yangında hayatını kaybetmesi, hepimizi derinden üzen ve aynı zamanda düşündüren bir trajedi. Türkiye’nin sosyal devlet anlayışı, insan hakları ve özellikle çocuk hakları konusunda önemli bir yere sahip. Ancak bu olay, hepimizin sorgulaması gereken önemli soruları gündeme getiriyor: Sosyal devlet, bu minik canları korumak adına yeterince etkili olabildi mi? Devlet, ailelerin çocuklarını güvenli bir ortamda yetiştirebilmeleri için gerekli desteği sağladı mı?

Aile Bakanlığı, defalarca bu aileyi denetlemiş ve çocuklarını kuruma vermemek için ısrarcı olmuş. Ancak, sonuçta, çocukların hayatını kaybetmesi, sosyal devletin, özellikle çocukların korunması konusunda hala çözülmesi gereken eksiklikleri olduğunu gösteriyor. Devletin, bir ailenin çocuklarına sağlıklı, güvenli ve korunaklı bir ortam sunabilmesi için daha etkin mekanizmalar geliştirmesi gerektiği ortada.

Türkiye, dünyada milyonlarca mülteciye ev sahipliği yapıyor, sığınmacılara kapılarını açıyor ve onları koruma altına alıyor. Ancak, kendi vatandaşlarının en savunmasız durumda olan çocukları için aynı özeni gösteremiyor gibi görünüyor. Bu çelişki, toplumsal yapıyı sorgulamaya sevk ediyor. Mülteciler, korunma hakkına sahipken, kendi çocuklarımız neden daha fazla korumaya ve sevgi dolu bir yuvaya sahip olamıyor?

Tabii, burada sadece devletin sorumluluğuna yüklenmek de haksızlık olur. Aile yapısının da önemli bir yeri var. Bir insanın, özellikle de bir annenin, kendisine ve çocuklarına bakacak maddi ve manevi gücü yokken, beş çocuk sahibi olması ciddi bir soruyu gündeme getiriyor. Çocuk yapmanın, sadece çocuk sayısını artırmak değil, aynı zamanda onları sağlıklı ve güvenli bir şekilde yetiştirmek anlamına geldiğini unutmamak gerekiyor. Ailenin, kendi şartlarını değerlendirmesi, çocukları için daha sağlıklı bir ortam yaratması gerektiği aşikar. “Allah rızkını verir” sözü, elbette inançlarımıza dayanır, ancak bu dünyada da çocuğa sadece fiziksel değil, duygusal ve psikolojik açıdan da bir yuva vermek gerektiği unutulmamalıdır.

Sonuç olarak, bu trajedi, hem devletin hem de ailelerin daha fazla sorumluluk alması gerektiğini gösteriyor. Sosyal devlet, çocukları korumak için daha fazla önlem almalı ve aileler de, çocuklarının geleceğini düşünerek daha bilinçli ve sorumlu bir şekilde hareket etmelidir. Unutulmamalıdır ki, her çocuk, güven içinde bir yaşam hakkına sahiptir.

Avatar

"Bazen Bir Kişi, İki Kişiden Daha İyidir"

Hepimizin hayatında, yalnızlık ve kalabalık arasında gidip gelen bir denge vardır. İnsan, yalnız kaldığında yalnız olmayı istemez, kalabalıklar içinde kaybolduğunda ise gerçek anlamda var olamayacağını hisseder. Bu ikilem, modern hayatın en büyük çelişkilerinden birisidir. Sosyal medya çağında insanlar sürekli bağlantı halinde olmalarına rağmen, yalnızlık duygusu her geçen gün artmaktadır. İronik bir şekilde, birçoğumuz kalabalık içinde kaybolmayı istememize rağmen, bazen bir kişi, iki kişiden daha fazla huzur verebilir.

Hayat, bir yandan kalabalıklara yönelmemiz gerektiğini söylerken, bir yandan da yalnız kalmayı öğretir. Gerçek anlamda derin, samimi ilişkiler kurmanın zorlukları ve karmaşıklıkları çoğu zaman fazlasıyla yorucu olabilir. Hangi ilişkiyi sürdüreceğimiz, kimlerle zaman geçireceğimiz konusunda sürekli bir seçim yapmak zorunda kalırız. İşte bu noktada hayat, bize istememek üzerine bir ders verir: "Bazen bir kişi, iki kişiden daha iyidir."

Tek bir insanla kurduğunuz ilişki, sizi karmaşık duygulardan ve gereksiz çekişmelerden kurtarabilir. İki kişi arasında oluşan bir ilişki, zamanla daha fazla beklenti ve sorumluluk getirebilirken, bir kişiyle kurduğunuz bağ daha sade ve net olabilir. Karşılıklı güven, saygı ve anlayışla yapılan bir ilişki, bazen daha fazlasına ihtiyaç duymadan tüm ihtiyaçlarınızı karşılayabilir. Çünkü iki kişiyle olan bir ilişkide bazen o kadar çok şeyin üzerine konuşulur ki, gerçekte önemli olan şeyler gözden kaçabilir.

Hayat, bu tür ilişkilerdeki derinliği öğretir. İnsan, tek bir kişinin yanında kendini daha fazla anlayabilir, daha fazla kabul edebilir. Kalabalıklar arasında kaybolan ruh, bir kişiyle kurduğu güçlü bağ sayesinde huzuru bulabilir. Çoğu zaman, hayatın en değerli anları yalnızca bir kişiyle paylaşılan basit anlardan doğar. Birlikte sessizce geçirilen bir akşam, sadece birkaç kelimeyle anlatılan bir duygu, iki kişinin gözlerinde bulduğu anlam… İşte bu anlar, kalabalıklar içinde kaybolanlardan daha kıymetli olabilir.

Bazen hayat, istemediğimiz şekilde şekillenir ve bizler birini ararken, hayat aslında tek bir kişiyi göstermeyi tercih eder. Bu kişi, belki de daha fazla karmaşadan uzak, sade ve derin bir bağ kurabileceğimiz kişidir. İnsan, bazen gerçekten yalnızlıkla yüzleştiğinde, yalnızlığın aslında iki kişilik bir huzura dönüşebileceğini fark eder.

Hayat bize sürekli "daha fazlası"nı aramamızı söylese de, bazen en değerli şeyin "daha azı" olduğunu kabul etmek gerekir. Ve bu, her zaman bir kişinin, iki kişiden daha iyi olduğunu anlamakla başlar. Çünkü gerçek huzuru, anlamlı bir bağda, çoğu zaman sadece bir kişiyle buluruz.

You are using an unsupported browser and things might not work as intended. Please make sure you're using the latest version of Chrome, Firefox, Safari, or Edge.
mouthporn.net