mouthporn.net
#türkiye – @halimecan on Tumblr
Avatar

Halimecan

@halimecan / halimecan.tumblr.com

Ya doğuştan sarhoşsak içince ayılıyorsak?
Avatar

İyi ki Türk Askeri Var!

Son yıllarda ülkemizde askerin değeri ve askerlik mesleği üzerine yapılan tartışmalar, bazen gündemi fazlasıyla meşgul etse de, bir gerçeği göz ardı etmek mümkün değil: Türk askeri, bu toprakların en önemli güvencesidir. Gelişen teknoloji ve modern savaş stratejileriyle birlikte askeri gücün sadece fiziksel donanım ve teknolojik imkanlarla değil, aynı zamanda moral ve motivasyonla da şekillendiğini daha iyi anlıyoruz. Türk askeri, yalnızca bugünün değil, geleceğin de en büyük sigortasıdır.

Bugün, dünyanın dört bir köşesinde Türk askerinin üstün disiplinini, cesaretini ve vatanseverliğini takdir eden birçok uluslararası gözlemci var. Ama biz, Türk askerinin ne kadar kıymetli olduğunu her zaman, özellikle de zor günlerde daha iyi fark ediyoruz. Onlar, her türlü zorlukla başa çıkabilen, gerektiğinde kendi hayatını riske atarak milletini koruyan, kahraman bir neslin temsilcileridir.

Tarihi şanlı zaferlerle dolu Türk Silahlı Kuvvetleri, sadece savaşta değil, barış zamanında da önemli bir rol üstlenmektedir. Son yıllarda yapılan modernizasyon çalışmalarının yanı sıra, askerlere yönelik sağlık, eğitim ve sosyal imkanların güçlendirilmesi, Türk ordusunun daha da sağlam temeller üzerine inşa edilmesini sağlıyor. Çünkü bir ordu, sadece savaş esnasında değil, savaşın dışında da her yönüyle güçlü ve sağlıklı olmalıdır. O nedenle, "kendi askerine iyi bakmayanlar, gelecekte başka milletin askerlerine bakar" sözü, bir uyarı değil, bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor.

Türk askeri, bugün sadece ülkesinin sınırlarını korumakla kalmıyor; aynı zamanda uluslararası barış misyonlarında da aktif rol oynuyor. Her ne kadar bazen sınır dışı operasyonlar, göçmen krizleri veya farklı uluslararası anlaşmazlıklar nedeniyle Türk askeri dünya çapında dikkatle izleniyor olsa da, içerde ve dışarıda her zaman Türk milletinin huzur ve güvenliğini sağlamak için elinden gelenin en iyisini yapmaktadır.

Bu noktada, sadece askeri gücün değil, Türk askerinin moralinin de önemli olduğunu unutmamak gerekiyor. Onların psikolojik ve fizyolojik sağlığı, sadece sahada değil, geri planda da güvenliğin sağlanmasında hayati bir rol oynar. Bugün yapılan düzenlemeler ve iyileştirmeler, Türk askerinin her yönüyle daha verimli, daha etkili olmasına olanak tanıyor.

Bir toplumun en önemli görevlerinden biri, ona hizmet eden ve canını hiçe sayarak güvenliğini sağlayan askerine değer vermek ve ona her türlü desteği sağlamaktır. Yalnızca askeri malzeme ve donanım değil, askerlerin sağlıkları, eğitimleri, ailelerinin huzuru ve yaşam standartları da o kadar önemlidir. Kendi askerine sahip çıkmayan bir millet, yarının zorluklarında yalnız kalabilir.

Her geçen gün Türk askerinin gücünü daha net bir şekilde görsek de, bu gücü sürdürebilmek için sadece askeri yatırımlar değil, insana yapılan yatırımlar da kritik öneme sahiptir. Türk askeri, yalnızca bu toprakların değil, tüm insanlığın güvenliğini koruyan bir güvencedir. Ne kadar güçlü olursa, milletin huzuru o kadar garanti altına alınır.

İyi ki Türk askeri var. İyi ki, her zaman görev başında.

Avatar

Dün, Bugün, Yarın Mustafa Kemal’in Askeriyiz

Mustafa Kemal Atatürk’ün bağımsızlık mücadelesinin simgesi, Cumhuriyet’in kurucusu ve Türk milletinin lideri olarak bıraktığı miras, her geçen gün daha fazla anlam kazanıyor. “Dün, Bugün, Yarın Mustafa Kemâlin Askeriyiz” sözleri, bir neslin değil, tüm Türk milletinin ortak paydasında birleştiği ve Cumhuriyet'in ilkelerinin yarının nesillerine aktarılması gerektiğinin altını çizen bir manifesto gibidir. Bu söz, sadece bir askerin yeminini değil, bir halkın geleceğe dair kararlılığını da simgeler.

Atatürk, Türk milletinin çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmasını amaçlamış ve bunu gerçekleştirebilmek için sadece askeri başarıları değil, aynı zamanda eğitimde, kültürde ve sosyal hayatta köklü bir dönüşüm hedeflemiştir. "Askerlik" burada yalnızca savaş meydanlarındaki bir meslek değil, aynı zamanda bir halkın özgürlüğü ve bağımsızlığı için yapılan bir kutsal görevdir. Bu görev, Atatürk’ün silah arkadaşları tarafından bugün de aynı sorumlulukla sürdürülmektedir. Ancak bu sorumluluk sadece askeriyeye ait bir mesele değil, her Türk vatandaşının yükümlülüğüdür.

Mustafa Kemal’in askeri, sadece disiplinli, cesur ve fedakar bir insan değil, aynı zamanda fikirleriyle, değerleriyle ve Cumhuriyetin kazanımlarıyla da savaşan bir bireydir. Bu anlayış, Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren milletin her ferdine aşılanmış bir ilke olmuştur. Cumhuriyetin temellerinin atıldığı yıllarda, "Genç Teymenler yalnız değilsiniz" diyen bir sesin, yalnızca askeri değil, tüm genç nesiller için bir yol haritası çizdiği unutulmamalıdır. O ses, bir toplumun değişime olan inancını ve değişime olan cesaretini simgeliyor.

Bugün, geçmişteki mücadelelerin hatırlanması, Cumhuriyet’in kazanımlarının her bir vatandaşa özümlendirilmesi için büyük bir anlam taşıyor. Her geçen yıl, Cumhuriyetin temelleri üzerine yeni bir inşa süreci başlatılmaktadır. Gençler, bu mirası taşımakla yükümlüdür; çünkü onlar yarının liderleri, aydınları, bilim insanları ve askerleridir. “Mustafa Kemâlin Askeriyiz” demek, bir yönüyle geçmişe olan saygıyı, diğer yönüyle ise bu mirası daha da ileriye taşıma sorumluluğunu omuzlamak demektir.

Ve elbette, yarının Türkiye’si, Atatürk’ün ilke ve inkılaplarına sahip çıkan gençlerle şekillenecektir. Bugün, bu mirasa sahip çıkan ve Atatürk’ün ideallerini yaşatmaya devam eden her genç, sadece geçmişin izlerini taşımakla kalmaz, aynı zamanda onu geleceğe taşır. “Dün, Bugün, Yarın” diyerek, bu sorumluluğun bir geçiş değil, süreklilik arz eden bir çizgi olduğunu hatırlatıyoruz.

Mustafa Kemal Atatürk, halkı için yalnızca bir askeri komutan değil, bir öğretmendi; fikirleriyle yol gösteren bir liderdi. Ve bu mirası, her geçen gün daha derinlemesine anlamak, yalnızca geçmişi anmak değil, geleceği inşa etmek için elbirliğiyle çalışmak demektir.

Genç Teymenler, yalnız değilsiniz! Hem geçmişin hem de geleceğin gücü sizlerin elinde… Ve unutmayın, yarının büyük Türkiye’si, bugünün gençlerinin omuzlarında yükselecektir.

Avatar

Çalışma Hayatında Empati ve Sınırlar

Son dönemde insanların iletişim şekli büyük bir dönüşüm geçiriyor ve maalesef bu dönüşüm, empati eksikliğini ve yanlış anlamaları beraberinde getiriyor. Günümüzde çok sayıda insan, karşındakini anlamak yerine yalnızca cevap vermek üzerine odaklanıyor. Bu, iletişimi neredeyse tamamen yüzeysel hale getiriyor ve karşılıklı anlayış yerini hızla yanlış anlamalara bırakıyor. Kişiler, kendilerine uygun ya da işlerine gelen yorumları, davranışları duyduklarında tepki vermekte bir an bile tereddüt etmiyorlar.

Geçtiğimiz günlerde yaşadığım bir olay, bu durumu daha iyi anlamama yardımcı oldu. Bir çözüm ortağım ile bir konuyu tartışırken, bir anda yükseldi. Şaşkınlıkla "Yanlış anladınız galiba, durum böyle değil" diye açıklama yapmak zorunda kaldım. Halbuki anlatmaya çalıştığım şey, üzerinde bu kadar durulacak bir şey değildi. Yine de, karşı tarafın gösterdiği tepkinin gerisinde yorgunluk ya da stres olduğunu düşündüm ve "Galiba yorgunsunuz ya da zor bir süreçten geçiyorsunuz, hiç sorun değil" diyerek konuyu kapattım.

Fakat, çözüm ortağımla olan iş ilişkisini sürdürmemin gereksiz olduğunu düşündüm. Zira, iletişimdeki empati ve anlayış eksikliğini görmek, gelecekteki olası işbirliklerimizi tehlikeye atabilirdi. Herkesin, kendi psikolojik durumunu yönetme ve sorumluluklarını yerine getirme yeteneğine sahip olması gerektiğini düşünüyorum. Ben, bir çözüm ortağım ya da işbirlikçimle, yalnızca işin gereklilikleri üzerinden iletişim kurarım.

Herkesi anlamak, her durumu değerlendirmek, bir arabulucu rolü üstlenmek zorunda değilim. İnsanlar yetişkin olarak, sorumluluklarını bilerek hareket etmelidir. Empati, karşılıklı saygı ve anlayış temelinde kurulan sağlıklı iletişimler, sadece kişisel ilişkilerde değil, profesyonel hayatta da verimliliği artırır. Bu nedenle, iletişimde karşılıklı anlayış eksikliği olan durumları, kendi sağlığım ve verimliliğim için terk etmekte hiçbir sakınca görmüyorum.

Avatar

Müslümanlık Zamanla Değişmez, Zaman Ona Uyar

Son yıllarda din anlayışımızda büyük değişiklikler olduğu sıkça dile getiriliyor. İnsanlar, Müslümanlık’ın geçmişteki anlamıyla şimdi arasında farklar olduğunu ve bunun zamanla değiştiğini iddia ediyor. Ancak burada unutmamamız gereken bir şey var: Din, zamanla değişen bir kavram değildir. Zaman, dinin özüyle uyumlu bir şekilde evrilir, fakat dinin hakikati ve temel öğretileri değişmez.

İslam, Allah’ın son mesajıdır ve bu mesaj, tarih boyunca insanlar için geçerli kalacak şekilde belirlenmiştir. İslam’ın özü, insana doğru yolu göstermek, adaleti sağlamak, insan haklarına saygı göstermek ve Allah’a teslimiyet içerisinde bir yaşam sürmektir. Din, zamanla dönüşüme uğramaz. Zaman, insanların içtihatları, anlayışları ve yorumları üzerinden şekil alabilir, ancak dinin kendisi sabittir.

Müslümanlık, başkalarının Müslümanlığını yargılamak, başkalarının dini pratiğiyle ilgilenmek değil, bireysel olarak Allah’a kulluk etmektir. Tıpkı Mevlana’nın dediği gibi: “Kimseyi yargılamadan, her insanın kendi iç yolculuğunda neye ihtiyaç duyduğunu anlamaya çalışarak yaşamalıyız.” Gerçek anlamda bir Müslüman, önce kendi nefsini ıslah etmeye çalışır, başkalarını eleştirmek veya yargılamak yerine, kendi ibadetine ve ahlaki sorumluluklarına odaklanır.

Eğer ülkemizde herkes, sadece kendi dini pratiğiyle meşgul olmayı, başkalarının inancına müdahale etmeyi bırakmayı öğrenebilse, toplumda daha fazla hoşgörü, daha fazla barış ve huzur olur. Çünkü her birey, kendi ruhsal yolculuğunda farklı aşamalardan geçer ve bu farklılıklar, dinin özüyle bir çatışma oluşturmaz.

Gerçek Müslümanlık, dinin ahlaki değerlerine sadık kalmak, başkalarına karşı iyi niyetli olmak ve insanlık için hayırlı işler yapmaktır. Eğer her birimiz, kendi Müslümanlığımızı yaşamak ve bu yolculukta başkalarına karışmamak için çaba harcarsak, toplumda daha barışçıl ve huzurlu bir ortam oluşturmuş oluruz.

Zaman değişebilir, ancak dinin özündeki değerler sabittir. Müslümanlık, başkalarını yargılamakla değil, önce kendimizi doğru yolda bulmakla ilgilidir. Bu anlayışı hayata geçirirsek, toplum olarak daha huzurlu, daha mutlu bir geleceğe doğru adım atmış oluruz.

Avatar

Hayatın Gerçek Zenginliği

Teresa Pomar’ın sözleri, iyiliğin ve yardım etmenin değerini çok güzel özetliyor: "Birine yardım ettiğinizde bunu teşekkür ederek yapın, çünkü hayat sizi yardıma ihtiyacı olanın yerine değil, verenin yerine koydu." Bu ifade, yalnızca bir nezaket değil, aynı zamanda bir yaşam felsefesi olarak karşımıza çıkıyor. Zira, hayatın anlamı yalnızca almayı değil, başkalarına bir şeyler verebilmeyi de içeriyor.

Bugün, dünyanın hızla değişen düzeninde insanlar giderek daha yalnızlaşabiliyor, stres, kaygı ve belirsizlik duyguları artabiliyor. Ancak her ne kadar karanlık görünse de, iyiliği ve merhameti paylaşmak insanın ruhunu aydınlatan bir ışık olabilir. Hangi zorluklarla karşılaşırsak karşılaşalım, başkalarına yardım etmenin, ne kadar basit görünse de, aslında en büyük teselli ve iyileştirici güç olduğunu unutmamalıyız.

Yardım etmek yalnızca maddi anlamda değil, manevi anlamda da insanı güçlendirir. Kimse yalnız değildir, bir başkasının varlığı ve desteği, yalnızlık hissini azaltabilir. Ve belki de dünyadaki en değerli şey, birinin yaşamına dokunabilmektir.

Bu çağda, özellikle bunalım ve depresyonla mücadele eden birçok insan var. Ancak, yaşamın sunduğu imkanların farkına vararak, bizler de başkalarına daha fazla yardım edebiliriz. Bunu yaparken, karşımızdaki kişinin bir sorunla mücadele ederken, onlara verebileceğimiz en kıymetli şeyin içten bir ilgi, samimi bir destek ve merhamet olduğunun farkında olmalıyız. Eğer bu güzellikleri fark edebilirsek, belki de kendi hayatımıza da daha fazla anlam katabiliriz. Yardım etmek, aslında hem verenin hem de alanın kazandığı bir eylemdir.

İyilik, merhamet ve paylaşmanın gücünü anlamak, modern dünyanın karmaşasında kaybolmamamıza yardımcı olabilir. Belki de huzur ve mutluluğu bulmanın yolu, bu küçük ama etkili adımları atmakta gizlidir.

Avatar

Gemine Kimleri Bindirdiğine Dikkat Et!

Bir geminin başarıya ulaşması, sadece kaptanının yeteneklerine değil, aynı zamanda o gemiye kimlerin bindiğine de bağlıdır. Bilge bir sözde olduğu gibi: "Gemine kimleri bindirdiğine dikkat et! Çünkü sırf kaptan olamadıkları için gemiyi batırmaktan çekinmezler…" Bu söz, yalnızca denizcilik değil, hayatın her alanı için geçerli olan derin bir uyarıdır.

İster bir şirketin lideri olun, ister bir topluluğun başında; çevrenizdeki insanların niyetleri, yolculuğunuzun başarısını belirler. Bazı insanlar, kendi egolarını tatmin edebilmek için, bazen hiç hak etmedikleri şekilde gemiye binerler. Bu kişiler, bir zamanlar kaptan olma hayali kurmuş, ancak bu hedeflerine ulaşamamışlardır. Kendi hırsları ve kıskançlıkları, bazen gemiyi batırmaya kadar varabilir. Çünkü, gerçekte sahip olamadıkları gücü ellerinde tutmaya ve her fırsatta bu gücü kullanmaya çalışırlar.

Gerçek bir lider, etrafına güvenebileceği ve ortak bir amaç için hareket edebileceği kişileri seçmelidir. Ancak gemiye, sadece kendi çıkarlarını düşünerek binenler, yolculuğun sonunda gemiyi batırabilirler. Bazen bu kişiler doğrudan karşıtlık yaratmazlar, fakat gemiyi batıracak kadar sinsi bir şekilde sabote ederler.

Her birey, geminin yolculuğunda bir rol oynar. Ancak, gemiye binen kişilerin niyetleri doğru olmalı; çünkü bireysel hırslar, geminin rotasını kaydırabilir ve başarısızlığa sürükleyebilir. Kimi insanlar, sadece kaptan olamamış oldukları için gemiyi batırmaya kalkışabilirler. Kaptan, doğru kararlar alarak gemiye kimlerin bineceğine karar verirken, sadece yetenek ve deneyimi değil, bu kişilerin niyetlerini de göz önünde bulundurmalıdır.

Sonuçta, bir gemi sadece güçlü bir kaptanla değil, güvenilir ve uyumlu yolcularla ilerler. Gemisine kimleri bindirdiğine dikkat etmek, bir liderin en önemli sorumluluklarından biridir. Kaptanın etrafındaki insanlar, hem geminin başarısını hem de yolculuğun sonunu belirleyecek güçteki unsurlardır. Eğer gemiye binen kişiler yalnızca kendi hırslarını ve çıkarlarını gözetirlerse, gemi çok geçmeden rotasını kaybeder ve felakete sürüklenebilir.

Kaptan, hem gemisini hem de yolcularını doğru seçmeli, gemisinin güvenliğini ve sağlıklı ilerleyişini temin etmelidir. Zira bazen en büyük tehdit, dışarıdan gelen bir fırtına değil, gemiye yanlış kişilerin alınmış olmasıdır.

Avatar

Sanat ve Toplumun Değeri Üzerine Bir Sorgulama

Son yıllarda, özellikle milli bayramlar gibi toplumsal birlikteliğin ve milli bilincin pekiştirildiği özel günlerde sahneye çıkan sanatçılara belediyeler tarafından ödenen yüksek ücretler tartışma konusu olmaya başladı. Birçok kişi, bu tür etkinliklerde sanatçılara ödenen astronomik rakamların, sanatın ve toplumun değerleriyle ne kadar örtüştüğünü sorguluyor. Pek çok sanatçı, ülkesinin en özel günlerinde sahne alırken, bunun karşılığında büyük ücretler talep ediyorsa, bu soruya yanıt aramak kaçınılmaz hale geliyor.

Öncelikle, sanatçılar da birer profesyonel olarak bu dünyada emek veriyorlar ve emeklerinin karşılığını almak istemeleri, doğal bir hak. Sahneye çıkmak, bir konser vermek, özellikle büyük organizasyonlarda yer almak, ciddi bir hazırlık ve planlama gerektirir. Bir sanatçının başarılı bir performans sergileyebilmesi için yıllarca süren birikim, disiplin ve eğitim gereklidir. Ancak burada bir soru beliriyor: Milli bayramlar, bir ulusun kimliğinin, kültürünün ve değerlerinin kutlandığı, toplumsal birliğin pekiştirildiği günlerdir. Peki, bu özel günlerde, bu kutsal değerlerin bir parçası olmak için sanatçılar sadece parayla mı motive edilmelidir?

Milli bayramlar, devletin ve toplumun bir araya geldiği, herkesin ortak bir paydada buluştuğu zaman dilimleridir. Bu tür etkinliklerde sahne alacak sanatçılar, genellikle bu bağlamda topluma hizmet etmeyi, bir ulusal bilincin parçası olmayı hedefler. Bu noktada, "Bir gün olsa, sadece teşekkür etmek için sahneye çıksalar" gibi bir düşünce doğabilir. Çünkü bu etkinliklerde sanatçılar sadece kendi şöhretlerini değil, aynı zamanda halkın, dinleyicilerinin, izleyicilerinin desteğiyle var olurlar. Onların takdiri, sanatçının değerini artırır; sahneye çıkmak bir tür karşılıklı saygı ve teşekkürdür. Bu, sanatçının bu özel günlerde parayla ölçülmeyecek bir anlam taşımasını sağlamalıdır.

Ancak günümüzde sanatçıların milli bayramlarda aldıkları yüksek ücretler, çoğu zaman bu değerleri gölgelemiş gibi görünüyor. Belediyeler, çoğu zaman bir etkinlik düzenlerken, büyük bütçeler ayırır, ünlü sanatçılara büyük paralar ödeyerek bu etkinliklerin başarısını garanti altına almak isterler. Bu, organizasyonel anlamda anlaşılabilir bir durum olabilir. Ancak bu noktada sorgulanan şey, "Sanatçıya bu kadar büyük paralar ödemenin, ulusal bir bayramda ne kadar anlamlı bir karşılık bulduğu" sorusudur.

Evet, sanatçıların emekleri değerli ve onları motive etmek için maddi ödüller verilebilir. Ancak milli bayramlar gibi özel günlerde, toplumun birliğini pekiştiren, halkı bir araya getiren bu etkinliklerin maddi kaygılardan daha çok manevi bir anlam taşıması gerektiği de unutulmamalıdır. Bir sanatçının, sahneye çıktığında sadece kendisi için değil, tüm toplumu için söylediği şarkılar, seslendirdiği eserler, birleştirici bir güce sahiptir. Her bir notada, her bir sözde, bir ulusun ortak duygusu ve kimliği yankı bulur. Bu duygunun değerini bir gün için değil, sürekli olarak hissetmek ve yaşatmak, sanatı ve sanatçıyı, sadece ticaretin bir aracı olarak görmekten daha önemli olmalıdır.

Sonuç olarak, belediyelerin milli bayramlarda sanatçılara ödediği büyük paralar, aslında sanatın gerçek değerini tartışmaya açan bir konu olmalıdır. Sanatçıların sahnede olmasını, halkla buluşmasını takdir etmek ve bunun maddiyatla ölçülmeyen bir değer taşıdığını hatırlamak gerekir. Toplumun her bireyi, bu etkinliklerde sahneye çıkan sanatçılara minnettarlıkla bakmalı, aynı zamanda sanatın ve kültürün sadece parayla değil, gönül birliğiyle büyüyeceğini unutmamalıdır.

Avatar

Kendi Yolumuzu Bulmak

Hepimizin hayatında, anlık huzursuzluklardan büyük hayal kırıklıklarına kadar pek çok duygusal fırtına var. Bazen, kendimize bile tahammül edemediğimiz, ruhsal anlamda zorlandığımız anlar yaşarız. Ancak bu süreçte, içsel dünyamızdaki dengeyi yeniden kurmak için en çok ihtiyacımız olan şey, başkalarına değil, kendimize olan anlayışımızdır.

Dünyanın hızla değişen yüzü, insanları farklı kimliklerle, farklı rollerle karşımıza çıkarıyor. Bazen öyle insanlar var ki, kişilikleri henüz tam olarak şekillenmemiş, duygusal olgunlukları yetersiz, ama yine de bizden sabır, hoşgörü ve hatta acımasızca bir tevazu bekliyorlar. Bu, çoğu zaman bizleri fazlasıyla yıpratan bir durum haline geliyor. Peki, ya gerçekten böyle bir dünyada yaşamak, bize hayatı ve ilişkileri nasıl öğretmeli?

Bana göre, bu dünyaya geliş amacımız hastalıklı duygulara ya da kalbimizin anlamlandıramadığı çelişkili tavırlara anlayış göstermek değil. Eğer mantığımız ve kalbimiz bir şeyin yanlış olduğunu hissediyorsa, bu his bizim için bir yol haritasıdır. Bizi, o yolda gitmeye zorlayan şey ne olursa olsun, o yol, nihayetinde yanlış bir yoldur. Bu da demek oluyor ki; bazen en büyük tevazu, doğru bildiğimiz yolu terk etmek değil, o yolu cesurca izlemektir.

Kendi içimizdeki doğruları anlamak, kalbimizin sesiyle hareket etmek, aslında en yüksek erdemdir. Çünkü insan, kendi yolunu kaybettiği an, başkalarının yolunda ilerleyerek bir anlam aramaya çalışır. Fakat başkalarının doğruları, bizim için de geçerli olmayabilir. İşte bu noktada, kendimize karşı duyduğumuz saygı, başkalarına karşı duyduğumuz saygıyı da şekillendirir. Başkalarının beklentilerine göre hareket etmek, daha sonra içsel bir boşluk yaratabilir. Gerçek tevazu, başkalarının yargılarından ve beklentilerinden bağımsız olarak, kendi iç yolculuğumuzu yapabilmektir.

Bir insan, kendi doğrularını bulduğunda, dünyaya bakış açısı da değişir. Kendi içindeki dengenin farkına vardığında, her şey yerli yerine oturur. Çünkü insanın en önemli görevi, başkalarına değil, kendine karşı dürüst olmaktır. İçinde bulunduğumuz dünyada, en çok ihtiyacımız olan şey, başkalarının bize neler dayattığı değil, kendimizin neye dayandığıdır.

Kişisel sınırlar, duygusal olgunluk ve içsel güven, sadece başkalarının değil, kendi huzurumuzu da korur. Bazen insanlar, farkında olmadan bizi kendi içsel karmaşalarına çekmek isteyebilirler. Ancak, her şeyden önce, kendimize ne kadar sadık kalırsak, başkalarına da o kadar sağlıklı ve dengeli bir şekilde yaklaşabiliriz.

Sonuç olarak, hayat, başkalarının onayını bekleyerek yaşanacak bir şey değil. İçsel doğrularımıza sadık kaldığımızda, huzur ve anlam da kendiliğinden gelir. Kendi yolumuzu bulduğumuzda, dünya bizim için daha anlamlı bir yer olur. Belki de en büyük tevazu, yalnızca başkalarını değil, aynı zamanda kendimizi de anlamaktır. Ve bu, hayatın en büyük dersidir.

Avatar

Minik Hayallerin Ardından Bir Veda

Minik kız çocuklarının cenaze namazında ve mezarlarına bırakılan gelinlikler, hayatın en acı yüzlerinden birini gözler önüne seriyor. Gelinlik, sevinç, mutluluk ve yeni başlangıçların sembolüdür; ama bu gelinlikler, hayatın sunduğu o güzel anların yerine, bir veda anı olarak orada duruyor. Çocuklar, belki de hiç giyemedikleri o zarif elbiselerle uğurlanırken, bizler, kaybın derin acısını yüreğimizde taşıyoruz.

O minik bedenler, masumiyetleri ve hayal dünyalarıyla dolup taşıyor. Oyunlar oynamalı, hayal kurmalı, sevdikleriyle birlikte gülmeli ve büyümelidirler. Ancak hayat, bu çocuklara acımasızca veda ettiriyor. Her bir kayıp, sadece bir can değil; aynı zamanda yarım kalan hayallerin, yaşanmamış anların ve söylenmemiş şarkıların yankısıdır. Bu kayıplar, hepimizi derinden sarsıyor ve toplum olarak karşımıza büyük bir soru işareti koyuyor: Neden?

Çocuklar, hayata umutla bakan, sevgi dolu kalplerdir. Her biri, zengin ya da fakir fark etmeksizin, sevgi dolu bir geleceği hak ediyor. Onların gülüşleri, karanlık günlerde bile içimizi aydınlatan birer ışık kaynağıdır. Ama bu ışıklar, hayatın acımasız gerçekleriyle sönmekte; bizler de onlara kayıtsız kalmanın çaresizliği içinde hapsoluyoruz.

Minik bedenlerin ardında bıraktığı boşluk, sadece fiziksel bir kayıp değil, aynı zamanda bizlerin bir toplum olarak geleceğimize dair umudumuzu da çalan bir hırsızdır. Onlar, henüz hayatta keşfetmedikleri, tadına varmadıkları birçok güzellik varken aramızdan ayrılıyorlar. Geriye kalanlar için, onların anısını yaşatmak ve hayal ettikleri dünyayı hatırlamak, en büyük sorumluluk olmalı.

Avatar

Coğrafya kaderdir demedi, bir coğrafyanın kaderini değiştirdi.

10 Kasım, Türk milletinin kalbinde derin izler bırakan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü anma günüdür. Onun vizyonu, azmi ve liderliği, sadece bir ulusun kaderini değil, aynı zamanda bir coğrafyanın kaderini de değiştirmiştir.

Kurtuluş Savaşı’nın en zorlu günlerinde, Anadolu’nun dört bir yanındaki insanlara umut olan Atatürk, bağımsızlık ve egemenlik mücadelesinin simgesi haline gelmiştir. O, yalnızca bir askeri deha değil, aynı zamanda bir devlet adamı ve reformcuydu. Cumhuriyet’i ilan ederek, topluma eğitim, hukuk ve sosyal reformlarla yeni bir yol açtı.

Atatürk, coğrafyanın sunduğu zorlukları aşmak için bilimin, aklın ve modernleşmenin ışığında hareket etti. Ekonomik kalkınma, sanayileşme ve eğitimdeki devrimleriyle Türkiye’yi çağdaş medeniyetler seviyesine ulaştırmayı hedefledi. Onun liderliğinde, geçmişin ağır yüklerinden kurtulan bir ulus, kendi kaderini yazmaya başladı.

Bugün, onun bıraktığı mirasla daha ileriye gitme sorumluluğumuz var. Atatürk'ün bize gösterdiği yolda, birlik ve beraberlik içinde, bağımsızlık ve özgürlüğümüzü koruyarak ilerlemeliyiz. Onun fikirleri, sadece geçmişimizi değil, geleceğimizi de şekillendirmeye devam ediyor.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü anarken, onun vizyonunu, cesaretini ve azmini hatırlamalıyız. Bizler de onun ideallerini yaşatmak ve daha aydınlık bir gelecek için çalışmak zorundayız. 10 Kasım’da, onun aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyor, fikirleriyle yürüdüğümüz bu yolda kararlılıkla ilerleyeceğimizi bir kez daha vurguluyoruz.

Avatar

Kendimle Gurur Duyduğum Anlar

Bugün, geçmişte çalıştığım bir şirkette yöneticimin “yerin dolmadı” demesiyle bir kez daha kendimle gurur duydum. Bu söz, benim için sadece bir takdir ifadesi değil, aynı zamanda doğru yolda olduğumun bir göstergesi oldu.

Geçmişte çalıştığım birçok kurumda bıraktığım izler hâlâ var. Web sitesi içerik yazıları, kurumsal kimlik çalışmaları ve daha fazlası, yaptığım işlerin kalıcılığını kanıtlıyor. Bu eserlerin bugün bile kullanılmakta olması, işime olan bağlılığımı ve tutkumun somut birer kanıtı.

Aynı zamanda, bu süreçte tanıştığım patronlarım, yöneticilerim ve çalışma arkadaşlarımın aklında kalabilmek benim için büyük bir mutluluk kaynağı. İyi bir iz bırakmak, sadece profesyonel hayatımda değil, kişisel gelişimimde de önemli bir yer tutuyor.

Her zaman öğrendiklerimi ve edindiğim deneyimleri geleceğe taşımaya çalışıyorum. Bu yolculukta yaşadığım her an, beni daha iyi bir profesyonel ve insan yapıyor. Geçmişte bıraktığım izlerin, geleceğimde nasıl bir etki yaratacağını merakla bekliyorum.

Avatar

Fenerbahçe’nin Efsanevi Başkanı Aziz Yıldırım

Fenerbahçe camiası, tarih boyunca birçok lider ve başkan gördü, ancak Aziz Yıldırım’ın yeri her zaman ayrıcalıklı olmuştur. Uzun yıllar boyunca kulübün başkanlığını yaparken, sadece sportif başarılar değil, aynı zamanda bir aile sıcaklığı ve dayanışma da sağladı. Geçtiğimiz günlerde, Ali Koç ile gerçekleştirdiği canlı yayında gösterdiği samimiyet, camianın ona duyduğu saygıyı bir kez daha pekiştirdi. "Hadi gel bir sarılalım" diyerek başlattığı bu an, sadece iki başkanın değil, tüm Fenerbahçe taraftarının kalbinde bir kucaklaşma oldu.

Duygusal anların yaşandığı o yayında, Aziz Yıldırım’ın samimiyeti ve özlemi, Fenerbahçelilerin kalplerine yeniden imza atmayı başardı. Herkesin gönlünde farklı bir yer edinen Aziz Başkan, yalnızca bir yönetici değil, aynı zamanda kulübün ruhunu temsil eden bir figürdür. Dün, kızı Yaz’ın katıldığı basketbol maçında doğum gününün kutlanması, camia için başka bir anlam taşıdı. Fenerbahçe’nin renkleriyle büyüyen Yaz, babasının izinden gidebilir, belki bir gün Fenerbahçe’nin ilk kadın başkanı olur.

Aziz Yıldırım, sadece geçmişteki başarılarıyla değil, aynı zamanda geleceğe dair bıraktığı mirasla da önemlidir. Fenerbahçe’nin her bir ferdi, onun gibi bir başkana sahip olmanın gururunu yaşıyor. Umut ediyoruz ki, Yaz, bir gün babasının bıraktığı bayrağı daha da yükseklere taşır. İyi ki varsın Aziz Başkan; Fenerbahçe, senin gibi bir liderle her zaman daha güçlü olacak. Fenerbahçe seninle daha güçlü, daha umut dolu. Kalbimizdeki yerin asla unutulmayacak 💙💛

Avatar

Çocuklarımızı Koruyamadığımız İçin Utanıyoruz

Her sabah yeni bir acı haberle uyanmak, artık sıradan bir hale geldi. Ancak bu seferki, hepimizin yüreğini dağlayan bir trajedi. Sıcak evinde, güvenle uyuması gereken 6 yaşındaki bir kız çocuğunun, dinlenmesi için sokağa yollanması ve ardından bir sapık cani tarafından hayatının sonlandırılması, toplumsal bir yaradır. Çocukların gözünde kaybolan o umut ışığı, bir kez daha söndü.

Bu olay, sadece bir aile dramı değil; aynı zamanda bir toplumun iflasıdır. Bu kız çocuğu gece yarısı sokakta ne arıyordu? Onu koruması gereken yetişkinler, nasıl bir düşünceyle ona bu karanlık geceyi layık gördü? Çocukların güvende olmasının, hepimizin görevi olduğunu unutmamalıyız. Neden, masum çocuklarımızı koruyamıyoruz? Neden, her gün büyüyen bir korku ve çaresizlik içinde yaşıyoruz?

Eğitim ve sağlık, her çocuğun hakkıdır. Ama bugün, bu hakların çoğu çocuklarımız için birer hayal haline gelmiş durumda. Sosyal hizmetlerin yetersizliği, ekonomik sıkıntılar ve sosyal duyarsızlık, çocuklarımızı tehdit eden bu tür trajedilerin başlıca sebepleridir. Bizim toplumumuz, çocukları koruyan ve onların geleceğini güvence altına alan bir değerler sistemine sahipken, nerede yanlış yaptık da bu noktaya geldik?

Kendimizi sorgulamak zorundayız. Çocuklarımızı korumak, sadece ailelerin değil, tüm toplumun ortak sorumluluğudur. Herkesin eşit erişime sahip olduğu bir eğitim ve sağlık sistemi kurmadan, bu acı olayların önüne geçemeyiz. Çocukların üzerine eğilmek, onlara güvenli bir gelecek sağlamak zorundayız.

Bu trajedinin ardından yükselen seslerin, sadece anlık bir öfke değil, sürekli bir talep haline gelmesi gerekir. Çocukları korumak, yalnızca bir insani görev değil, aynı zamanda toplumsal bir yükümlülüktür. Bu acı tabloya son vermek için bir araya gelmeli, mücadele etmeli ve hep birlikte daha güvenli bir dünya inşa etmeliyiz.

Kız çocuğumuzun gözleri, bizlere bir çağrı yapıyor. Onu unutmamalı, yaşanan bu acıları hafızamızdan silmemeliyiz. Geleceğimiz olan çocukların üzerinden, pis ellerinizi çekin! Bu utanç verici duruma bir son vermek için artık harekete geçme zamanıdır.

Avatar

"Çocuk gözleriyle kendimi görmek, hayatın en güzel hediyesi. Her anımda, saf ve temiz bir sevgiyle dolup taşmak bana umut veriyor. Nil prenses, beni çizmiş olman ne büyük bir şans! Seninle geçirdiğim her an, kalbimde sıcak bir iz bırakıyor. Yanımda olduğun için çok şanslıyım; senin sevgin beni mutlu ediyor. İyi ki varsın, bu dünyada benim en değerlisin!"

Avatar

Gelenekler ve Nesilden Nesile Aktarılan Bilgiler

Anadolu’nun zengin kültürel mirası, nesiller boyunca aktarılan birçok gelenek ve görenekle doludur. Kız isteme geleneği, bu kültürel zenginliklerin en belirgin örneklerinden biridir. Eskiden, damat adayının gittiği kız isteme töreninde hazırlanan kahve, ilişkilerin seyrini belirleyen bir unsurdu. Eğer kahve tuzlu ise, bu durum kızın “hayır” yanıtı vermesi anlamına gelirdi. Bu tür ayrıntılar, toplumun geleneklerine ne denli bağlı olduğunun bir göstergesiydi.

Ancak zamanla bu gelenekler değişim göstermeye başladı. Günümüzde, tuzlu kahve hazırlamak yerine damat adaylarına çeşitli ikramlarla tuzlu kahve içirilmesi gibi farklı uygulamalar ortaya çıktı. Bu yeni ritüeller, bazıları için eğlenceli bir oyun gibi görünse de, geleneklerin ruhunu tam anlamıyla yansıtmaktan uzak kalabilir.

Geleneklere sahip çıkmak, onları sadece sürdürmek değil, aynı zamanda doğru bilgi ve anlayışla gelecek nesillere aktarmaktır. Kız isteme geleneğinin derin anlamını anlamak, sadece bir kuralı uygulamakla değil, o kuralın arkasındaki toplumsal değerleri de kavramakla mümkündür. Nesiller arası iletişim, bu değerlerin korunmasında büyük rol oynar. Aile büyüklerinin anlattığı hikayeler, geçmişin ruhunu günümüze taşımak için önemli bir köprü işlevi görür.

Geleneklerimizi yaşatırken onların özünü ve anlamını unutmamak, doğru bilgi aktarımıyla mümkün olacaktır. Hem eski ritüelleri yaşatmak hem de yeni uygulamaların getirdiği eğlenceyi harmanlamak, kültürümüzü zenginleştirebilir. Böylece, geçmişten gelen değerlerimizi geleceğe taşımış oluruz.

Avatar

Kızılay Haftası ve Sosyal Sorumluluk

Her yıl Kızılay Haftası, sosyal sorumluluk projeleriyle dolup taşar, toplumsal dayanışma ruhunu pekiştirirdi. Çalıştığım kurumlarda düzenlediğimiz kan verme kampanyalarında, herkes gönüllü olarak kan bağışında bulunur, bu anlamlı katkının bir parçası olmaktan mutluluk duyardı. Ancak, son zamanlarda yaşanan olaylar, Kızılay’a olan güveni sarsmış ve ne yazık ki bu değerli gelenekleri gölgelemiştir.

Ülkemizin yaşadığı büyük afet sonrası, çadırların parayla satılması ve Kızılay’a yapılan kan bağışlarının yurt dışına satıldığı iddiaları, halkın Kızılay’a olan inancını ciddi şekilde zedeledi. Artık coşkuyla kutladığımız Kızılay Haftası, kaybolmuş bir heyecanla anılır oldu. Sosyal sorumluluk projeleri neredeyse durma noktasına geldi. Bu durum, içimi büyük bir üzüntüyle dolduruyor.

Halkın haklı tepkisini anlamakla birlikte, hastanelerde kan bekleyenlerin gözlerini düşündüğümde, içimde bir huzursuzluk hissediyorum. Kızılay, yıllardır hayat kurtaran bir kurum olarak biliniyordu; şimdi ise bu güven kaybı, bir çok insanın hayatını olumsuz etkiliyor.

Kızılay’ın eski günlerdeki ruhuna dönmesi için, bizlerin de yeniden bu değerleri yaşatmamız gerektiğini düşünüyorum. Toplumun bir araya gelerek, dayanışma içinde olması her zamankinden daha önemli. Umarım, bu zor günleri aşarak, Kızılay Haftası’nı yeniden bir sevgi ve umut dolu bir şekilde kutlayabiliriz. Unutmayalım ki, her damla kan, bir hayat demektir.

Avatar

Kendine Güven ve İlişkiler Uzaklaşmanın Gücü

Psikolog Dr. Nicole Lepera’nın sözleri, ilişkilerdeki dinamikleri çok iyi özetliyor: Kendine güvenen insanlar, saygısızlığa uğradıklarında hemen uzaklaşır, yaralı olanlar ise mücadele etmeye devam ederler. Bu farklılık, kişinin özsaygısını ve duygusal sağlığını doğrudan etkiler.

Kendine güvenen bireyler, sağlıklı sınırlar koyabilme yeteneğine sahiptir. Bu sınırlar, kişinin kendini korumasını ve saygı görmesini sağlar. Zira bir ilişkide saygı eksikse, bu, sağlıksız bir dinamiğin habercisidir. Uzaklaşmak, cesaret ve özgüven gerektirir; bu, insanın kendi değerine olan inancını gösterir.

Öte yandan, yaralı insanlar genellikle geçmiş travmalarıyla başa çıkmaya çalışırken, saygısızlıkla karşılaştıklarında kalmayı seçerler. Bu durum, kendilerini kanıtlama veya ilişkiyi kurtarma arzusuyla beslenir. Ancak bu tür mücadeleler, çoğu zaman daha fazla acı ve hayal kırıklığı getirir.

Kendimize değer vermek, sağlıklı ilişkiler kurmanın temelidir. Saygıyı kabul etmemek, kendimize olan güvenimizi zedeler. Uzaklaşmak, her zaman bir kaybetme olarak algılanmamalıdır; bazen, en büyük kazanç özgürlüğümüzdür. Kendimize güvenerek, sağlıklı ve mutlu ilişkiler inşa edebiliriz.

You are using an unsupported browser and things might not work as intended. Please make sure you're using the latest version of Chrome, Firefox, Safari, or Edge.
mouthporn.net