mouthporn.net
#işhayatı – @halimecan on Tumblr
Avatar

Halimecan

@halimecan / halimecan.tumblr.com

Ya doğuştan sarhoşsak içince ayılıyorsak?
Avatar

"Bu Yaşa Nasıl Geldiniz?"

İş hayatında son zamanlarda karşılaştığım insan gruplarına, "Bu yaşa nasıl geldiniz?" sorusunu sormadan edemiyorum. Gerçekten düşündürücü; çöpü emanet etmeyeceğim insanların iş dünyasında yer alması ve bunu yaparken de cahil cesaretleriyle davranmaları çok gülünç.

Bir grup insan, kendi yetersizliklerini saklamak için cesaretle hareket ediyor. Bu kişiler, bilgisizlikleriyle yüzleşmek yerine, başkalarını eleştirme konusunda kendilerini yetkin görüyorlar. Kendi zekalarının sınırları içinde başkalarını değerlendirmeleri ise tam anlamıyla bir komedi. Kendi bilgi seviyeleriyle sınırlı bir bakış açısıyla, etraflarındaki herkesin düşüncesini yok saymaları son derece basit bir tavır.

Cahil cesaretinin iş dünyasında yarattığı bu absürt durum, sadece gülünç değil; aynı zamanda son derece yıkıcı. Takım dinamiklerini zayıflatan, saygıyı hiçe sayan bu tavırlar, sağlıklı bir çalışma ortamını tehdit ediyor. Gerçekten de, bu tür insanlar iş yerinde çöpü bile doğru yere atmayı beceremezken, kendilerini birer otorite gibi görmeleri cidden komik.

İş hayatında bilgi ve deneyim önemlidir; ancak bu tür davranışlarla dolu bir ortamda, ne yazık ki bu değerler erozyona uğruyor. Kendi cehaletini başkalarına yansıtanların varlığı, yalnızca kendi düşüşlerini hızlandırıyor. Artık bu tür tavırlara karşı daha net bir duruş sergilemek zorundayız. Saygı, işbirliği ve gerçek bilgi paylaşımı olmadan ilerlemek mümkün değil.

Sonuç olarak, bu cesareti bir kenara bırakmalı ve iş hayatında daha sağlıklı ilişkiler kurmalıyız. Başarı, yalnızca bilgiyle değil, bu bilgiyi paylaşabilme yeteneğiyle de ölçülmeli. İş dünyasında, bilgiye dayalı bir iletişim ve karşılıklı saygı şart. Aksi takdirde, karşılaşacağımız manzara, yalnızca bir komedi değil, aynı zamanda bir trajedi olacaktır.

Avatar

Kızılay Haftası ve Sosyal Sorumluluk

Her yıl Kızılay Haftası, sosyal sorumluluk projeleriyle dolup taşar, toplumsal dayanışma ruhunu pekiştirirdi. Çalıştığım kurumlarda düzenlediğimiz kan verme kampanyalarında, herkes gönüllü olarak kan bağışında bulunur, bu anlamlı katkının bir parçası olmaktan mutluluk duyardı. Ancak, son zamanlarda yaşanan olaylar, Kızılay’a olan güveni sarsmış ve ne yazık ki bu değerli gelenekleri gölgelemiştir.

Ülkemizin yaşadığı büyük afet sonrası, çadırların parayla satılması ve Kızılay’a yapılan kan bağışlarının yurt dışına satıldığı iddiaları, halkın Kızılay’a olan inancını ciddi şekilde zedeledi. Artık coşkuyla kutladığımız Kızılay Haftası, kaybolmuş bir heyecanla anılır oldu. Sosyal sorumluluk projeleri neredeyse durma noktasına geldi. Bu durum, içimi büyük bir üzüntüyle dolduruyor.

Halkın haklı tepkisini anlamakla birlikte, hastanelerde kan bekleyenlerin gözlerini düşündüğümde, içimde bir huzursuzluk hissediyorum. Kızılay, yıllardır hayat kurtaran bir kurum olarak biliniyordu; şimdi ise bu güven kaybı, bir çok insanın hayatını olumsuz etkiliyor.

Kızılay’ın eski günlerdeki ruhuna dönmesi için, bizlerin de yeniden bu değerleri yaşatmamız gerektiğini düşünüyorum. Toplumun bir araya gelerek, dayanışma içinde olması her zamankinden daha önemli. Umarım, bu zor günleri aşarak, Kızılay Haftası’nı yeniden bir sevgi ve umut dolu bir şekilde kutlayabiliriz. Unutmayalım ki, her damla kan, bir hayat demektir.

Avatar

Kendine Güven ve İlişkiler Uzaklaşmanın Gücü

Psikolog Dr. Nicole Lepera’nın sözleri, ilişkilerdeki dinamikleri çok iyi özetliyor: Kendine güvenen insanlar, saygısızlığa uğradıklarında hemen uzaklaşır, yaralı olanlar ise mücadele etmeye devam ederler. Bu farklılık, kişinin özsaygısını ve duygusal sağlığını doğrudan etkiler.

Kendine güvenen bireyler, sağlıklı sınırlar koyabilme yeteneğine sahiptir. Bu sınırlar, kişinin kendini korumasını ve saygı görmesini sağlar. Zira bir ilişkide saygı eksikse, bu, sağlıksız bir dinamiğin habercisidir. Uzaklaşmak, cesaret ve özgüven gerektirir; bu, insanın kendi değerine olan inancını gösterir.

Öte yandan, yaralı insanlar genellikle geçmiş travmalarıyla başa çıkmaya çalışırken, saygısızlıkla karşılaştıklarında kalmayı seçerler. Bu durum, kendilerini kanıtlama veya ilişkiyi kurtarma arzusuyla beslenir. Ancak bu tür mücadeleler, çoğu zaman daha fazla acı ve hayal kırıklığı getirir.

Kendimize değer vermek, sağlıklı ilişkiler kurmanın temelidir. Saygıyı kabul etmemek, kendimize olan güvenimizi zedeler. Uzaklaşmak, her zaman bir kaybetme olarak algılanmamalıdır; bazen, en büyük kazanç özgürlüğümüzdür. Kendimize güvenerek, sağlıklı ve mutlu ilişkiler inşa edebiliriz.

Avatar

Şantiye Gezilerinin Keyfi, İstanbul’un Yükselişi

İstanbul, tarihi ve kültürel zenginliklerinin yanı sıra, modern projeleriyle de dikkat çekiyor. Şantiye gezilerim, bu dinamik şehirde geçirdiğim en özel anlardan biri haline geldi. Her gün yeni bir projenin yükseldiğini görmek, bir şehirdeki dönüşümün ve gelişimin ne denli hızlı olduğunu gözler önüne seriyor.

Şantiye gezilerim sırasında, yalnızca inşaat alanlarını değil, aynı zamanda hayal gücünün somut birer örneğini de keşfediyorum. Her yeni yapı, İstanbul’un siluetine katkıda bulunmanın yanı sıra, benim için büyük bir gurur kaynağı. PR marka yönetimi yaptığım projelerle, bu dönüşüm sürecinin bir parçası olmak beni oldukça heyecanlandırıyor.

İstanbul’u gezerken, her köşe başında yeni bir hikaye, yeni bir proje buluyorum. Her biri, şehirle olan ilişkimi derinleştiriyor ve bana bu alandaki çalışmalarıma dair daha fazla ilham veriyor. Şantiye gezilerim, sadece iş odaklı bir deneyim değil; aynı zamanda bir keşif yolculuğu.

İstanbul’un yükselişine tanıklık ederken, projelerin ne denli önem taşıdığını ve bu projelerdeki rolümün getirdiği sorumluluğu bir kez daha anlıyorum. Geleceği inşa etme çabası, bu şehrin gelişimine katkıda bulunmak ve markaların hikayelerini anlatmak benim için büyük bir keyif.

Şantiye gezilerim İstanbul’un yenilikçi ruhunu hissetmemi sağlıyor. Her projenin ardında yatan emek ve vizyon, beni daha fazla çalışmaya ve bu büyülü şehrin dönüşümüne tanıklık etmeye teşvik ediyor. İstanbul’da her gün yeni bir başlangıç, yeni bir fırsat var; ben de bu yolculuğun bir parçası olmaktan mutluluk duyuyorum

Avatar

Sağlık Sektöründeki Güven Kaybı ve İnsani Dokunuşlar

Son dönemlerde sağlık sektörü, maalesef güven kaybı yaşayan bir alan haline geldi. Her meslek grubunda olduğu gibi, burada da çürük elmalar mevcut. Ancak insan hayatının emanet edildiği bu sektördeki tedirginlik daha fazla hissediliyor. Unutmamak gerekiyor ki, kötülerden çok iyiler vardır.

Geçtiğimiz günlerde yaşadığım bir sağlık sorunu nedeniyle hastaneye kaldırıldım. Ambulansla gittiğim hastanede doktorumun “Kızıma ne oldu?” diye tepki verdiğin de ilk başta babam sanmışlar. Uzun tedavi sürecinde, doktorum Hasan Bey benim için adeta bir baba gibi oldu. Desteği ve yaklaşımı aklımdan asla çıkmayacak; kalbimdeki yeri bambaşka.

Küçük bir operasyon geçirdiğimde, narkoz sonrası ilk sözlerim arasında doktorum Orhan Bey'in adını sayıklamışım. O da ara sıra, “Beni en çok seven hastam” diyerek gülüp dalga geçer. Hastanede yalnız kaldığım bir gece, nöbetçi hemşirenin “Bugün yalnız değilsin, biz varız” demesi büyük bir moral kaynağı olmuştu. Bütün gece, adeta annem gibi başımda durdu.

Dış doktorum Ayşen Hanım ise her durumda yanımda olarak duygularımı paylaşıyor. “Şimdi biraz acıyabilir” derken, bana sadece bir doktor değil, bir anne sıcaklığıyla yaklaşarak tüm mızmızlanışlarımı sabırla dinliyor.

Tüm bu yaşadıklarım, sağlık sektöründe hala çok değerli insanların olduğunu gösteriyor. Pandemi döneminde gecesini gündüzüne katan ve insan hayatına olan saygıyla mücadele eden sağlık çalışanlarına duyulan saygıyı asla unutmamalıyız. Eleştirilerimizi yaparken, bu fedakarlığı göz önünde bulundurmak gerekiyor.

Sağlık sektöründe güven kaybı yaşansa da, bu özverili çalışanlar sayesinde iyimser olmak için birçok nedenimiz var. Onların emekleri, insan hayatının ne denli kıymetli olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Bu nedenle, her zaman iyiliği, şefkati ve insanı ön planda tutarak hareket etmeli, sağlık çalışanlarını desteklemeyi unutmamalıyız. İnsani dokunuşlar, bu sektördeki gerçek değeri ortaya koyuyor ve her birimiz için önemli bir yaşam kaynağı oluşturuyor.

Avatar

Nerde O Eski Günler?

Zaman ne kadar hızlı geçiyor, değil mi? Eskiden, kış hazırlıkları denilince akla gelen ilk şey, çuvallarca alınan patatesler, soğanlar ve diğer kışlık ürünlerdi. O zamanlar, kışın ihtiyacımız olan her şeyi alırken büyük miktarlarla alırdık. Çünkü o ürünler dayanıklıydı; uzun süre saklanabilir, ailemizle paylaşabilir, gerektiğinde komşularımıza da verebilirdik.

Şimdi ise durum bambaşka. Artık alışveriş yaparken ürünleri tane almak durumundayız. Patatesin, soğanın, hatta elmanın bile çürümemesi için her birini tek tek seçiyor, günler içinde tüketmeye çalışıyoruz. O eski günlerde, kışlık ürünlerimizi bir kenara koyarken hissettiğimiz güven, yerini kaygılara bıraktı. Sebzelerimizin, meyvelerimizin ömrü kısaldı. Her markette, her dükkanda gözümüze çarpan taze ve canlı ürünler, birkaç gün içinde bozulmaya yüz tutuyor.

Peki, nereye gitti o eski günlerin bereketi? Dönüşüm süreci, tarımda kullanılan yöntemlerden, gıda işleme tekniklerine kadar pek çok faktörden etkileniyor. Ancak belki de en önemli etken, insanların bu işleyişe dair beklentileri ve tüketim alışkanlıkları. Hızla değişen yaşam tarzlarımız, gıda tedarik zincirini de etkileyerek, eski alışkanlıklarımızı sorgular hale getirdi.

Kış hazırlıklarımızın, aile sıcaklığının ve dostlukların simgesi olan o çuvalların yerini şimdi plastik poşetler aldı. Yaşadığımız bu değişim, bize yalnızca ürünlerin dayanıklılığını değil, aynı zamanda alışverişin tadını ve ruhunu da kaybettirdi. Geçmişin o samimi ve paylaşımcı ruhunu ararken, belki de yeniden bu değerlere dönmek, kış aylarında komşularla birlikte hazırlık yapmak ve ürünleri birlikte paylaşmak, unutulmaz anılar biriktirmek için bir fırsat olacaktır.

Belki de nerde o eski günler sorusunun yanıtı, yalnızca geçmişte değil, gelecekte de aradığımız bir özlemde yatıyor. O eski günlerin tadını ve bereketini yeniden yakalamak için yeniden bir araya gelmeli ve birlikte üretip tüketmeliyiz.

Avatar

Yeni Dünya Düzeninde Meslek Grupları

Günümüzde meslek gruplarına duyulan saygı ve bu grupların toplumdaki yeri önemli bir değişim sürecinden geçiyor. Çocukluğumuzda öğretmen, polis, asker gibi meslekler, toplumsal rollerinin getirdiği bir saygı görürdü. Eğitimciler, bilgi vermenin ötesinde, doğru iletişim ve davranışlarla topluma örnek olurlardı. Polisin ve askerin otoritesi, toplumda güven duygusuyla birleşerek saygınlık kazandırıyordu. Ancak zamanla bu yapı nasıl değişti? İşte, bu soruya yanıt ararken yaşadığım bir olay, bu değişimin somut bir örneğini sundu.

Geçtiğimiz günlerde bir meslek grubuyla yaşadığım bir deneyimde, sinirli bir şekilde bir durumu anlatırken, karşımdaki kişi "Neden bağırıyorsunuz?" diye sordu. O an şok oldum; amacım ona bağırmak değildi, yaşadığım duruma tepkimi iletmekti. "Size mi yoksa olaya mı sinirliyim, ayırt edemiyorsanız bu işi yapmayın," dedim. Bu durum, mesleklerin içindeki empati eksikliğinin bir yansıması olarak aklımda kaldı. Olayın sonunda yöneticisi özür dileyerek haklı olduğumu kabul etti, ama bu durum beni düşündürdü: Acaba bazı meslek gruplarında empati ve sempatinin kaybolması, toplumdaki ilişkileri nasıl etkiliyor?

Bu tür olaylar, birçok meslek grubunun empati ve anlayışa ne kadar ihtiyaç duyduğunu gösteriyor. İnsanlar arası iletişimde, karşı tarafın duygularını anlamak ve yansıtmak, işin ayrılmaz bir parçası olmalıdır. Özellikle hizmet sektöründe, çalışanların sadece görevlerini yerine getirmekle kalmayıp, aynı zamanda karşılarındaki insanlara saygı duymaları gerekmektedir.

Yeni dünya düzeninde, meslek gruplarının saygı ve anlayış temelli bir yaklaşımı benimsemesi şart. Bu sadece işin gerekliliği değil, aynı zamanda insan olmanın da bir gereğidir. Unutulmamalıdır ki, her birey bir meslek grubunun temsilcisidir ve bu temsilcilerin iletişim dili, toplumun genel ruh halini şekillendirmektedir. Dolayısıyla, empati ve anlayış temelli bir iletişim tarzı, toplumun sağlıklı bir şekilde ilerlemesi için hayati öneme sahiptir.

Avatar

Çantanızı Boşaltmanın Zamanı

Günümüz iş dünyasında, iş ve özel hayat arasındaki sınırlar giderek daha belirsiz hale geliyor. İş gününün sonunda, yaşadığımız zorlukları ve stresi geride bırakmak, sağlıklı bir denge kurmanın ilk adımıdır.

Öncelikle, işteki stres ve sorunları eve taşımamak, zihnimizi dinlendirmek için kritik bir adımdır. İş yerinde yaşanan zorlukların ev hayatımızı etkilemesine izin vermek, sevdiklerimizle olan ilişkilerimizi zedeler ve ruh halimizi olumsuz etkiler. Bu nedenle, işten dönerken çantamızda yalnızca fiziksel belgeleri değil, duygusal yükleri de bırakmalıyız.

Bunu başarmanın yolları arasında iş gününün sonunda bir kapanış ritüeli oluşturmak yer alıyor. Günün değerlendirmesini yapmak, başarıları kutlamak ve zorlukları not almak, işle ilgili düşüncelerinizi bir kenara bırakmanıza yardımcı olabilir. Ayrıca, günlük yaşantınızda hobi veya spor gibi aktivitelere yönelmek, zihinsel bir temizlenme sağlayarak yeni bir başlangıç yapmanıza imkan tanır.

Unutmayın, iş sadece bir yönümüz. Özel hayatımıza ve sevdiklerimize ayırdığımız zaman, kariyerimizdeki başarının temel taşlarını oluşturur. İşin stresinden uzaklaşmak, sadece bireysel sağlığımız için değil, aynı zamanda iş yerindeki performansımız için de hayati öneme sahiptir. İşe geldiğimizde özel hayatımızı geride bırakmak, dengeli ve tatmin edici bir yaşam sürdürmenin anahtarıdır.

Unutmayın, iş hayatınız önemli olsa da, özel hayatınız da en az o kadar değerlidir. Sevdiklerinizle geçireceğiniz zaman, ruhsal sağlığınız için kritik öneme sahiptir.

Avatar

Zeka ve Algı

Hayatta karşılaştığımız en büyük tehlikelerden biri, karşımızdaki insanın zekasını kendi zekamızla aynı seviyede değerlendirmektir. Bu durum, özellikle iş hayatında ciddi sonuçlar doğurabilir. Başarılı bir kariyer için sadece kendi yeteneklerinizi değil, etrafınızdaki insanların yeteneklerini de doğru analiz etmeniz gerekiyor.

İş ortamında, ekip arkadaşlarınızın veya iş ortaklarınızın zekasını, deneyimini ve bakış açısını göz ardı etmek, sizi komik durumlara düşürebilir.

Zeka, tek boyutlu bir kavram değildir. Empati, yaratıcılık ve eleştirel düşünme gibi farklı zeka türleri de iş hayatında büyük öneme sahiptir.

Kendinizi geliştirmiş, yenilikçi ve zeki insanları alkışlamak, hem profesyonel saygınlığınızı artırır hem de çevrenizdeki atmosferi pozitif hale getirir. Saygı göstermek, öğrenme fırsatlarını değerlendirmek ve başkalarının başarısını kutlamak, iş hayatında başarıya giden yolda önemli adımlardır.

Sonuç olarak, karşınızdaki kişilerin zekasına ve yeteneklerine saygı duymak, sizin de kişisel gelişiminizi hızlandırır. Cahil cesaretinin ötesine geçin; saygıyla yaklaşın ve birlikte büyüyün.

Avatar

İş Dünyasında Kadınların Mücadelesi: Zeka ve Hakkaniyet

Günümüzde iş hayatında kadınların karşılaştığı zorluklar, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor. Birçok kadın, başarılı olmak için çok çalışırken, bazıları ise haksız avantajlarla yükselmeye çalışıyor. Bu durum, hem bireyler hem de sektörler açısından olumsuz sonuçlar doğuruyor.

Örneğin, bir şirketteki yönetici asistanının patronla olan ilişkisi, iş yerindeki dinamikleri etkiliyor. Çalışanlar, bu tür ilişkilere tanık olsalar da, çoğu zaman sessiz kalmayı tercih ediyor. Çünkü bu tür durumlar, toplumda oluşturulan ikiyüzlülüğü pekiştiriyor. Patronun sevgilisi olan bir kadın, sadece cinselliğiyle öne çıkmakla kalmıyor; aynı zamanda mesai saatleri dışında gösterdiği davranışlarla da tüm şirketin dinamiklerini etkiliyor.

Bu durum, zeki ve yetenekli kadınların kariyerlerinde karşılaştıkları engelleri artırıyor. Haksız yere kazanılan pozisyonlar, sektördeki diğer kadınların emeklerini gölgede bırakıyor. Kişisel ilişkilerin iş hayatına bu denli yansıması, kariyerine disiplin ve yetenekle yön veren kadınların çabalarını değersizleştiriyor.

İş hayatında başarıya ulaşmak için sadece cinsiyet değil, aynı zamanda zeka ve yetenek de gereklidir. Ancak bazı kadınların, bu nitelikleri göz ardı ederek haksız yere avantaj sağlaması, tüm kadınların itibarını zedelerken, kadın dayanışmasını da zayıflatıyor.

Sonuç olarak, iş dünyasında eşitlik ve adalet sağlamak için, tüm bireylerin dikkatli ve duyarlı olması gerekiyor. Başarı, sadece yetenek ve çalışkanlıkla elde edilir; haksız kazanımlar, uzun vadede iş ortamını zehirler ve adaletin önüne geçer. Kadınlar arasındaki dayanışma, bu tür olumsuzlukları aşmak için en önemli unsurdur. Unutulmamalıdır ki, herkesin hakkı olan bir iş ortamı, ancak karşılıklı saygı ve adaletle mümkün olabilir

Avatar

İş Hayatında İlişkilerin Gücü

Lisede okuduğum bir yazıda, "Merdiven çıkarken sağa sola selam ver, inerken onlar sana" ifadesi vardı. O zamanlar sıradan bir cümle gibi görünüyordu, ama iş hayatına girdiğimde bu sözün derin anlamını anladım. Birçok patron ve yönetici tanıdım; kibirli, egolu ve insanları göz ardı edenler. Bu kişiler, işlerini kaybettiklerinde etraflarında kimseyi bulamadılar.

Yükselirken insanların üstüne basarak ilerleyenlerin, gün geldiğinde selam bile alamadığını gözlemledim. Başarı, sadece bireysel çaba ile değil, aynı zamanda insanlarla kurduğumuz ilişkilerle de ilgilidir. Selam vermek, saygı göstermek ve insanları önemsemek, iş dünyasında kalıcı bağlar kurmanın anahtarıdır.

Kısa bir selam, birinin gününü aydınlatabilir. İletişim, yalnızca iş yapmak için değil, aynı zamanda güven inşa etmek için de gereklidir. İlişkilerimizi zedelemeden, pozitif bir etki bırakarak ilerlemek, profesyonel yaşamda sürdürülebilir başarıyı getirir. Merdiven çıkarken ya da inerken verdiğimiz selamlar, sadece birer kelime değil; aynı zamanda gelecekteki fırsatların ve desteklerin temelini atar.

Sonuç olarak, kibir ve ego, geçici başarıların peşinde koşarken insanları kaybetmemize neden olur. Unutmayalım ki, selam vermek sadece bir nezaket göstergesi değil, aynı zamanda insani değerlerimizin bir yansımasıdır. İş hayatında, ilişkileri önemseyenler her zaman kazanır.

Avatar

İş Hayatında Adaletin Eksikliği

Bugün ilk defa tanıştığım bir çözüm ortağının "çok belli iş bitiricisiniz" demesi, iş dünyasında özverinin ne kadar nadir bulunduğuna dikkat çekiyor.

Ne yazık ki bu övgüyü patronlarım veya yöneticilerimden duymadım; iki güzel cümle söylediklerinde, sanki "zam isteyeceğimizi sanıyorlar". Motivasyon cümleleri, büyük bir cimrilik örneği olarak, maaş ve yan haklar konusunda da kendini gösteriyordu. Oysa ki, "elinize sağlık" gibi iki motive edici söz, gerçekten paha biçilmez bir değer taşıyor.

İş hayatı gerçekten de adaletsiz bir arena haline gelmiş durumda. Tüm çalıştığım şirketleri kendi şirketim gibi görerek elimden gelenin en iyisini yaptım ama karşılaştığım adaletsiz patronlar ve yöneticiler bu çabayı görmezden geldi. Özveri ve bağlılık, çoğu zaman yeterli olmuyor; adalet duygusu eksik kalıyor

Bu durum, yalnızca bireysel hayal kırıklıklarına yol açmıyor; aynı zamanda iş yerinde genel bir moral bozukluğu yaratıyor. Adaletin sağlanmadığı bir ortamda, çalışanlar motivasyon kaybı yaşayabiliyor.

Sonuç olarak, iş hayatında adalet arayışı, sadece bireysel bir mücadele değil; herkesin sorumluluğu. Adil bir çalışma ortamı, hem bireylerin hem de organizasyonların uzun vadeli başarısı için kritik öneme sahip. Adaletin sağlandığı bir iş ortamında, herkes potansiyelini gerçekleştirme fırsatı bulur ve bu, iş hayatını daha sürdürülebilir kılar

Avatar

Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün “ben halkın seviyesine inmeyeceğim, onlar bizim seviyemize çıkacaklar” sözü, liderliğin ve vizyonun önemini vurguluyor. Ancak bazı şirketler bu anlayışı yanlış yorumlayabiliyor. Marka imajı, sadece farklılaşmakla değil, aynı zamanda müşteriyle kurulan samimi ve güçlü bir ilişkiyle şekillenir.

Birçok marka, kendini "özel" ya da "üst düzey" olarak tanıtma çabasıyla, gerçeklikten kopuyor. Oysa ki, gerçek bir marka değeri yaratmak için, müşterinin beklentilerini anlamak ve onlara uygun çözümler sunmak gerekir. "Kıçı kırık" bir markanın, yüksek perdeden konuşması, ancak sahte bir imaj yaratır ve bu da uzun vadede geri teper.

Sonuç olarak, markalar kendilerini farklılaştırmaya çalışırken, müşterileriyle kurdukları bağı ve onlara sundukları değeri unutmamalıdır. Yalın bir şekilde, halkla iç içe olup, onların gerçek ihtiyaçlarına odaklanmak her zaman daha sürdürülebilir bir başarı sağlar.

Avatar

Çalışanlar kurumları değil, Yöneticilerini terk eder

Yönetim mi Yöneticilik mi?

Bu haftaki yazıma, bu iki kelimenin anlamını açıklayarak başlamak istedim.

Yönetim; belli başlı amaçlara ulaşmak adına, başta insanlar olmak üzere parasal kaynakları, donanımı, demirbaşları, ham maddeleri, yardımcı malzemeleri ve zamanı birbiriyle uyumlu, verimli ve etkin kullanabilecek karar alma ve uygulatma süreçlerinin toplamıdır. Başka bir tanıma göre planlama, örgütleme, yöneltme ve denetleme yönetim sürecini oluşturmaktadır.

Yönetici ise amaçları gerçekleştirmek için insan faaliyetlerinden yararlanan ve onu etkisi altına alan kimsedir. Hayatın her alanına olduğu gibi, bu tip kelimeler ve tanımlar sadece yazıldığı gibi kalıyor. Uygulamada karşımıza bambaşka boyutlar çıkabiliyor. Hatta bazen iç içe bile geçebiliyor. Kraldan çok kralcı olanlar gibi…

Şimdi, ‘’böyle kaç tane yönetici var?’’ dediğinizi duyar gibiyim. Her ne kadar sayıları az da olsa, iyi ve kaliteli yöneticiler var elbette. Tabii şanslıysanız… Bir önceki yazımda, kurumsal bir şirkette iş hayatıma başladığımı ve yönetici değil liderlerle çalıştığımı belirtmiştim.

Ve sonrası…

Benden daha az bilgi ve tecrübesi olduğunun bilincinde olan ya da torpilli olduğu için mobbing uygulayan yöneticilerim de oldu. İşime odaklanıp etik kurallar çerçevesinde işimi yapmaya çalıştım. Benden daha fazla yetkileri vardı ama yönetimin gözünde benden daha az SAYGILARI vardı. ‘’Saygı mı yetki mi?’’ diye soracak olursanız, tabii ki saygı derim. Patronlarımın işime ve bana saygı duyduğunu bilmek motivasyonum için yeterli

Çalıştığım her kurumu benimseyip kendi işim gibi sahipleniyorum. Hala eski patronlarımla görüşüp, olup biteni konuşarak gülebiliyoruz. Peki, patrondan çok patroncu olanlar? Ya da ben gidersem şirket batar diyenler? Şu ana kadar işten tek bir personelin ayrılmasıyla batan şirket duymadım. Siz duydunuz mu? Lütfen yazın bana hikayenizi paylaşmak isterim köşe yazımda. Herkesin yeri dolar hatta daha iyileriyle. Tabii, bir de patrona iyiymiş gibi görünen, sadece onlar çalışıp onlar yoğunmuş ve sadece şirketi onlar koruyormuş davrananlar da var. Hatta diğer departmanlara mobbing uygulayanlar. Ve böyle insanları çalıştırmaya devam eden yönetimler…

90’lı yıllarda çok kaba bir tabir kullanılırdı; “iti ite kırdırarak çalıştırma.” Çok duyduk bu tabiri. Yıllar geçti, ancak hala departmanlar arasında rekabet ya da yönetici mobbinglerine göz yumarak daha ileriye gideceğini düşünen yönetim kadroları ve şirketler bulunmakta. Ne kadar var olabiliyorlar ya da olabilecekler bilemiyorum; ama bildiğim bir şey var ki bu zihniyetteki şirketler hiçbir zaman MARKA ŞİRKET konumunda olamıyor ve olamayacaklar.

Geçenlerde dost sohbetinde çok komik bir şey duydum. Bir arkadaşım ‘’günaydın maili’’ atmış. Departman müdürü arayarak, ‘’ben şirkette yüksek yetkiliyim beni de CC’ye ekle lütfen’’ demiş. Siz hiç böyle bir mobbing duydunuz mu? Arkadaşım da bunun üzerine bahsi geçen kişiyi CC’ye ekleyerek ‘’günaydın’’ yazmış. Akıl tutulması yaşıyor galiba diye düşündüm, diyor.

Bir başka arkadaşım başka komik bir şey anlattı, şirketlerinde yetkili bir yöneticisinin kendi ekibiyle bile anlaşamadığını hatta gruplaştığını, şirket içi ve çözüm ortaklarıyla iletişimin kötülüğünden bahsetti. Kendi ekibiyle anlaşamayan biri nasıl yönetici olabiliyor? Yönetici problem çözen ilişkilerde yaşanan iletişim kazalarına çözüm bulan kışı değil midir?

Peki, bu kişilere nasıl yönetici deyip yetki veriyor şirket yönetimleri? ‘’Kalifiye personel bulmak zor’’ dediğinizi duyar gibiyim. Ancak siz doğru yöneticiye yetki vermezseniz, kalifiye personel şirketinizde çalışmaya devam eder mi? Her hatayı kısa sürede çalışıp giden personelde bulmak yerine, öz eleştiri yapıp şirketlerde nelerin yanlış olduğuna bakmak gerekmez mi?

Uzun lafın kısası; Şirketteki bütün hataları personelinizde ararsanız, bir süre sonra sadece personel ararsınız…

Avatar

Değişen Dünya Düzeninde İş Hayatı

Son zamanlarda sosyal medyada çokça gündeme gelen bir konu hakkında ben de yaşadıklarımı ve çevremden gelen yorumları yazmak istedim.

Son iki yıldır Ocak ayı iş dünyasında farklı okunuyor. Pandemi öncesi Ocak ayında zamlar belli olur, çok az sayıda iş değişikliği olurdu. Birçok firmanın iş ilanı sayısı sınırlı olurdu. Günümüzde ise Ocak ayı iş aramanın en çok arttığı, ilan sayılarının oldukça fazlalaştığı bir ay olarak anılmaya başladı.

Birçok ilan çıkıyor ve bu ilanlara adaylar başvuruda bulunuyor. Heyecanla ve büyük bir umutla görüşmeye gidiyorlar.

Strateji sunumları hazırlanıyor. Yeni fikirler, iş geliştirme önerileri ile beyin fırtınası yapılarak adaylardan bilgiler toplanıyor.

Zamanla birçok ilan kaldırılıyor. Aylar sonra aynı şirket, aynı pozisyon için tekrar iş ilanı açıyor.

Adayların fikrileri çalınıyor. Doğal olarak, ''İş hayatında etik değerlerine ne oldu? Adayların fikri mülkiyet hakkı ne oldu?'' diye sormadan geçemiyorum.

Adaylardan toplanan bilgilerin ne kadarını hayata geçirebildikleri tartışılır; çünkü bu zihniyetteki insanların ve kurumların vizyonları da küçüktür.

Birçok iş ilanının maalesef data toplama amacıyla açıldığını biliyoruz. Aday ve referans bilgileri toplanıyor ve bu veriler satılıyor. Sonra hep birlikte benim mail adresim ve telefon numarama nasıl ulaşıldı diye düşünüyoruz.

Çevremde iş arayan birçok kişinin umudu kalmamış; hatta iş aramaktan vazgeçtiklerini görebiliyorum.

Adaylardan çoğu zaman tecrübesinin dışında talepleri oluyor. Kurumsal iletişim uzmanından grafik tasarım işi beklemek profesyonel bir yaklaşım değildir. Çünkü her iki iş kolu da aynı departmana hizmet etmesine rağmen farklı yetenekler gerektirir.

Çoğu adayın ve benim de başıma gelen en önemli durum ise görüşmeyi yapan kişinin bilgi ve tecrübesinin yetersiz olması. Belli pozisyonlar için yapılan iş görüşmelerine, üst düzey yöneticilerin özellikle katılması gerektiğini düşünüyorum.

Yıllar önce, bir iş görüşmesi için yapılacak toplantıya benimle aynı ünvana sahip olacak biri de dahil olmuştu. Toplantıda oturma tarzını hala unutamıyorum.

Kolunu sandalyeye atarak orada üstünlük kurmaya çalışmıştı. Beden dili, hali, tavrı resmen meydana okumaydı. Ben işe başlarken o kişiyi müdür yapmışlardı. Üstelik, bilgisi ve tecrübesi benden çok daha zayıftı. Sadece o şirkette birkaç yıldır çalıştığı için ünvan verilmişti.

İşe başladığımda benim sunduğum tüm fikrileri kendi fikri gibi sunuyor, hatta benim önerilerimi bana söylüyordu. Bir gün odasına gidip, ''Lütfen benim fikrimi, benim çalışmalarımı bana aktarmayın. Bunları dile getiren zaten benim'' dedim. Bunun üzerine büyük olay çıkmış, benim istifamı alana kadar mobbing yapmıştı.

Geçen aylarda 70 yıllık köklü bir firmadan iş teklifi geldi ve görüşmeye gittim. Görüşme olumlu geçti ve maaş teklifi yapıldı. Ben de kabul ettim. Sonrasında Ocak ayı zammını %10 olarak belirlediklerini söylediler.

Normalde asgari ücret oranında zam yapılırken bana %10 teklif edildi. Teşekkür ettim. Çünkü şirketin etik değerlere ve adil bir yönetime sahip olmadığı baştan belli olmuştu. İşi kabul etsem kim bilir ne adaletsizliklerle karşılaşacaktım.

Yine aynı dönemde farklı bir firmadan iş teklifi geldi, bu firma Türkiye'nin ilk 100 şirketinden biriydi. Görüşmeye gittim ve görüşmeler üst yönetim tarafından yapıldı. Her görüşmede benden sunum talebinde bulunarak şirketi eleştirmemi istediler.

Hatta departman işleri göstererek departmanı eleştirmemi istediler. Etik kurallar çerçevesinde yorumladım ama departmanda görev alan meslektaşlarımı eleştirmedim. Departman müdürü, bu davranışımdan ötürü benimle çalışmayı çok istedi.

Her konuda anlaştık ve işe giriş evrakları talep edildi. Ancak talep edilen evraklar, resmen şirket kuruluşunda istenen evraklardı. İşe giriş için neden bu evrakları istediklerini sorduğumda cevap veremediler.

Hatta, ''Şirket kuruluşu evrakları bunlar. Bu evrakları kullanarak benim adıma şirket açabilirsiniz'' dediğimde, ''e-Devlet üzerinden kontrol edersiniz açılıp açılmadığını, takmayın bu kadar'' diyerek durumu resmen kabul ettiler. Birçok firmanın, çalışanlarından işe girişte istediği evraklarla neler yaptığını sorgulamak lazım.

İş ararken ve işe girerken lütfen siz de çalışacağınız kurumu araştırın. Gerekirse, sizden önce çalışan arkadaşların neden ayrıldığını sorgulayın. Özellikle bunu şirketten rica edin. ''Neden ayrıldılar?'' sorusuna tatmin edici bir cevap bulmak için, sizden önce görev alan arkadaşın iletişim bilgilerini rica ederek görüşme sağlayın.

Bağımlı değil, bağlı çalışan olacağınız kurumları seçin. İşte, o zaman mutlu, huzurlu ve verimli işlere imzalar atarsınız.

Avatar

İş hayatında en çok yoran unsurlardan biri, kendimizi anlatma ve tanıtma çabasıdır. Bir yönetici, ekibini tanımadan ve onlarla derin bir bağ kurmadan, şirketin kültürünü nasıl benimseyebilir? Patron olarak yönetici kadrosu seçerken en önemli kriter, yöneticinin çalışanlarına karşı gösterdiği ilgi ve çaba olmalı.

Yöneticiler, personellerinin güçlü yönlerini, yeteneklerini ve motivasyon kaynaklarını bilmeden etkili bir liderlik yapamazlar. Kendimizi anlatmak ve ikna etmek için harcanan zaman, aslında daha değerli ve üretken işler yapmak için kullanılabilir. Eğer yöneticiler bu süreyi, çalışanlarıyla açık bir iletişim kurarak geçirebilse, hem ekip ruhu güçlenir hem de iş verimliliği artar.

İyi bir yönetici, ekibinin güçlü ve zayıf yönlerini anlamalı, onlarla bağlantı kurarak bir sinerji yaratmalıdır. Böylece, hem şirketin kültürü güçlenir hem de çalışanların potansiyeli en üst düzeye çıkar.

Sonuç olarak, iş yerinde sağlıklı bir iletişim ve anlayış ortamı oluşturmak, hem bireylerin hem de şirketin gelişimi için kritik öneme sahiptir. Yönetici ve çalışanlar arasındaki bu etkileşim, yalnızca iş süreçlerini değil, aynı zamanda şirket kültürünü de olumlu yönde etkiler. Bu yüzden, kendimizi anlatma çabası yerine, gerçek bir bağlantı kurma çabası içinde olmalıyız.

You are using an unsupported browser and things might not work as intended. Please make sure you're using the latest version of Chrome, Firefox, Safari, or Edge.
mouthporn.net