mouthporn.net
#hayatakarken – @halimecan on Tumblr
Avatar

Halimecan

@halimecan / halimecan.tumblr.com

Ya doğuştan sarhoşsak içince ayılıyorsak?
Avatar

Hayatın Oyununda Her Adım Yeni Bir Başlangıçtır

Bir bakmışsınız, hayat sizi bir kuyunun dibine itmiş. Zorluklar, karamsar günler, tükenmişlik hissi... Sonra bir bakmışsınız, o kuyudan çıkıp, Mısır’ın zirvesine varmışsınız. Adınızı herkes duyuyor, gücünüz ve bilgelikliğinizle insanlar size saygı duyuyor. Hayatın tam da bu noktası, Yusuf’un öyküsünü aklımıza getiriyor. Bir zamanlar kuyuya atılmış, köle olarak satılmış, ama sonunda Mısır’ın en güçlü isimlerinden biri olmuş bir insanın hikayesi…

Yusuf’un hayatı, aslında hepimizin yaşadığı bir metafordur. Her birimiz, zaman zaman zorluklarla karşılaşır, düşeriz. Bazen yolculuklar, düşüncelerimizin ötesinde, anlam veremediğimiz kadar karmaşık ve karanlık olabilir. Ama unutmayın, bu sadece bir dönüm noktasıdır; geçicidir. İnişler, çıkışlar, kayıplar, kazançlar – hayat, bir dizi kesitten ibaret. Hangi noktada olduğumuzun değil, hangi noktadan nasıl çıkacağımızın önemi var.

Günlük hayatımızda karşılaştığımız engellerin bir çoğu, aslında hayatın doğal bir parçasıdır. Zorluklar bizi şekillendirir, öğretir, güçlendirir. Bu süreç, çoğu zaman acı verici olsa da, sonunda bize yeni bir bakış açısı, yeni bir yetenek kazandırır. Yusuf’un örneği, insanın düşse de kalkabileceğini, karanlıkta bile umut ışığı bulabileceğini gösterir. O, her zorluğun ardında bir fırsat olduğunu keşfetmişti. Zira, hayatta her şey birbirine bağlıdır. Bir şeyin kötü göründüğü an, bir başka fırsatın kapılarını aralayabilir.

Yaşadıkça oyuna dahiliz. Bu, sadece bir değişim değil, aynı zamanda bir anlam arayışıdır. Her gün yeniden doğar, her an yeniden şekilleniriz. En zor anlarda bile, başımıza gelen her şeyin bizi bir yerlere taşıdığını unutmamalıyız. Bazen, bir kuyunun dibine düşmek, sonunda bir krallığa ulaşmanın ilk adımıdır. Önemli olan, pes etmeden yol almak ve hayatın bize sunduğu fırsatları görmek.

Küçük bir tavsiye: Zorluklar karşısında sadece düşmekle kalmayın, kalkmayı da bilin. Her zaman hatırlayın ki, Yusuf’un kuyudan Mısır’a giden yolunda kazandığı zafer, sadece hayatta kalma mücadelesiyle değil, aynı zamanda inanç, azim ve sabırla kazanılmıştır. O yüzden, bu oyun devam ediyor. Nerede olduğunuz önemli değil, ne olacağına karar verecek olan sizsiniz.

Avatar

Hayatın Geçmişi ve Geleceği Arasındaki O An

Bazen hayatın en anlamlı öğretisi, zamanın doğasıyla ilgili karışık bir düşünceyle gelir: Hiçbir şey için çok geç değil ve aslında, bazen hiçbir şey için çok erken değildir. Hayatın en ilginç yanlarından biri, başlangıçların ve bitişlerin, başlangıçları kadar belirsiz olabilmesidir. Bir noktada, zamanın hızla geçtiğini düşünürken, diğer bir noktada, tüm hayatını değiştirebilecek bir şeyin aslında henüz başlamadığını fark edersin.

Benjamin Button’ın kızına yazdığı o mektup, bana hayatın dönüşümünü ve içsel değişim sürecini hatırlatıyor. “Hiçbir şey için asla çok geç değildir ya da istediğin kişi olmak için çok erken değil” diyor ve aslında bu, hepimizin yaşamı boyunca kendimize hatırlatmamız gereken bir gerçek. Çünkü çoğu zaman, hayatın bizden beklediği tek şey cesurca yeni bir yola çıkmak ve kendimizi her gün yeniden inşa etmektir.

Zamanla birlikte değişebiliriz ya da aynı kalabiliriz. Kimi zaman geçmişten öğrenerek ilerleriz, kimi zaman ise bir anda bir şeylerin farkına varıp, hayatımıza yeni bir yön veririz. Benjamin Button’ın mesajı, tam da burada devreye giriyor: Değişim, bir yolculuktur. Bazen başlangıçlar ve bitişler yalnızca birer kavramdır, aslında biz her an yeni bir başlangıç yapabiliriz.

Yapabileceğimiz en güzel şey, en kötü durumda bile bir fırsat görüp, her şeyin başına dönme cesaretini bulmak. “Öyle olmadığını anlarsan, umarım, en baştan başlayacak gücü bulursun.” Bu cümlede, insanın yeniden doğma, yeniden şekillenme gücüne olan inanç yatıyor. Kendi hayatımızda, geçmişin hatalarından, kayıplarından ya da eksikliklerinden bağımsız olarak, her zaman bir fırsat olduğunu unutmamalıyız.

Hepimiz, hayatta daha önce hiç deneyimlemediğimiz duyguları, daha önce hiç hissetmediğimiz şeyleri yaşamak istiyoruz. Ve bazen hayat, bize tam da bunun için alan tanır. Kendini keşfettiğin, bakış açılarının genişlediği, sana ilham veren insanlarla tanıştığın, seni şaşırtan anlarla dolu bir hayat yaşamak, aslında herkesin aradığı en önemli şeylerden biri.

Umarım, sen de kendi yolunu bulur, her adımında gurur duyabileceğin bir yaşam inşa edersin. Ve eğer bir gün yolun seni beklemediğin bir yere götürürse, unutma: Her zaman bir başlangıç vardır. Başlamak için asla geç değildir. En güzel anlar bazen en beklenmedik zamanda gelir.

Sonuç olarak, hayat bir yolculuktur. Herkes kendi yolunu seçer ve o yol, her

Avatar

Gemine Kimleri Bindirdiğine Dikkat Et!

Bir geminin başarıya ulaşması, sadece kaptanının yeteneklerine değil, aynı zamanda o gemiye kimlerin bindiğine de bağlıdır. Bilge bir sözde olduğu gibi: "Gemine kimleri bindirdiğine dikkat et! Çünkü sırf kaptan olamadıkları için gemiyi batırmaktan çekinmezler…" Bu söz, yalnızca denizcilik değil, hayatın her alanı için geçerli olan derin bir uyarıdır.

İster bir şirketin lideri olun, ister bir topluluğun başında; çevrenizdeki insanların niyetleri, yolculuğunuzun başarısını belirler. Bazı insanlar, kendi egolarını tatmin edebilmek için, bazen hiç hak etmedikleri şekilde gemiye binerler. Bu kişiler, bir zamanlar kaptan olma hayali kurmuş, ancak bu hedeflerine ulaşamamışlardır. Kendi hırsları ve kıskançlıkları, bazen gemiyi batırmaya kadar varabilir. Çünkü, gerçekte sahip olamadıkları gücü ellerinde tutmaya ve her fırsatta bu gücü kullanmaya çalışırlar.

Gerçek bir lider, etrafına güvenebileceği ve ortak bir amaç için hareket edebileceği kişileri seçmelidir. Ancak gemiye, sadece kendi çıkarlarını düşünerek binenler, yolculuğun sonunda gemiyi batırabilirler. Bazen bu kişiler doğrudan karşıtlık yaratmazlar, fakat gemiyi batıracak kadar sinsi bir şekilde sabote ederler.

Her birey, geminin yolculuğunda bir rol oynar. Ancak, gemiye binen kişilerin niyetleri doğru olmalı; çünkü bireysel hırslar, geminin rotasını kaydırabilir ve başarısızlığa sürükleyebilir. Kimi insanlar, sadece kaptan olamamış oldukları için gemiyi batırmaya kalkışabilirler. Kaptan, doğru kararlar alarak gemiye kimlerin bineceğine karar verirken, sadece yetenek ve deneyimi değil, bu kişilerin niyetlerini de göz önünde bulundurmalıdır.

Sonuçta, bir gemi sadece güçlü bir kaptanla değil, güvenilir ve uyumlu yolcularla ilerler. Gemisine kimleri bindirdiğine dikkat etmek, bir liderin en önemli sorumluluklarından biridir. Kaptanın etrafındaki insanlar, hem geminin başarısını hem de yolculuğun sonunu belirleyecek güçteki unsurlardır. Eğer gemiye binen kişiler yalnızca kendi hırslarını ve çıkarlarını gözetirlerse, gemi çok geçmeden rotasını kaybeder ve felakete sürüklenebilir.

Kaptan, hem gemisini hem de yolcularını doğru seçmeli, gemisinin güvenliğini ve sağlıklı ilerleyişini temin etmelidir. Zira bazen en büyük tehdit, dışarıdan gelen bir fırtına değil, gemiye yanlış kişilerin alınmış olmasıdır.

Avatar

Sanat ve Toplumun Değeri Üzerine Bir Sorgulama

Son yıllarda, özellikle milli bayramlar gibi toplumsal birlikteliğin ve milli bilincin pekiştirildiği özel günlerde sahneye çıkan sanatçılara belediyeler tarafından ödenen yüksek ücretler tartışma konusu olmaya başladı. Birçok kişi, bu tür etkinliklerde sanatçılara ödenen astronomik rakamların, sanatın ve toplumun değerleriyle ne kadar örtüştüğünü sorguluyor. Pek çok sanatçı, ülkesinin en özel günlerinde sahne alırken, bunun karşılığında büyük ücretler talep ediyorsa, bu soruya yanıt aramak kaçınılmaz hale geliyor.

Öncelikle, sanatçılar da birer profesyonel olarak bu dünyada emek veriyorlar ve emeklerinin karşılığını almak istemeleri, doğal bir hak. Sahneye çıkmak, bir konser vermek, özellikle büyük organizasyonlarda yer almak, ciddi bir hazırlık ve planlama gerektirir. Bir sanatçının başarılı bir performans sergileyebilmesi için yıllarca süren birikim, disiplin ve eğitim gereklidir. Ancak burada bir soru beliriyor: Milli bayramlar, bir ulusun kimliğinin, kültürünün ve değerlerinin kutlandığı, toplumsal birliğin pekiştirildiği günlerdir. Peki, bu özel günlerde, bu kutsal değerlerin bir parçası olmak için sanatçılar sadece parayla mı motive edilmelidir?

Milli bayramlar, devletin ve toplumun bir araya geldiği, herkesin ortak bir paydada buluştuğu zaman dilimleridir. Bu tür etkinliklerde sahne alacak sanatçılar, genellikle bu bağlamda topluma hizmet etmeyi, bir ulusal bilincin parçası olmayı hedefler. Bu noktada, "Bir gün olsa, sadece teşekkür etmek için sahneye çıksalar" gibi bir düşünce doğabilir. Çünkü bu etkinliklerde sanatçılar sadece kendi şöhretlerini değil, aynı zamanda halkın, dinleyicilerinin, izleyicilerinin desteğiyle var olurlar. Onların takdiri, sanatçının değerini artırır; sahneye çıkmak bir tür karşılıklı saygı ve teşekkürdür. Bu, sanatçının bu özel günlerde parayla ölçülmeyecek bir anlam taşımasını sağlamalıdır.

Ancak günümüzde sanatçıların milli bayramlarda aldıkları yüksek ücretler, çoğu zaman bu değerleri gölgelemiş gibi görünüyor. Belediyeler, çoğu zaman bir etkinlik düzenlerken, büyük bütçeler ayırır, ünlü sanatçılara büyük paralar ödeyerek bu etkinliklerin başarısını garanti altına almak isterler. Bu, organizasyonel anlamda anlaşılabilir bir durum olabilir. Ancak bu noktada sorgulanan şey, "Sanatçıya bu kadar büyük paralar ödemenin, ulusal bir bayramda ne kadar anlamlı bir karşılık bulduğu" sorusudur.

Evet, sanatçıların emekleri değerli ve onları motive etmek için maddi ödüller verilebilir. Ancak milli bayramlar gibi özel günlerde, toplumun birliğini pekiştiren, halkı bir araya getiren bu etkinliklerin maddi kaygılardan daha çok manevi bir anlam taşıması gerektiği de unutulmamalıdır. Bir sanatçının, sahneye çıktığında sadece kendisi için değil, tüm toplumu için söylediği şarkılar, seslendirdiği eserler, birleştirici bir güce sahiptir. Her bir notada, her bir sözde, bir ulusun ortak duygusu ve kimliği yankı bulur. Bu duygunun değerini bir gün için değil, sürekli olarak hissetmek ve yaşatmak, sanatı ve sanatçıyı, sadece ticaretin bir aracı olarak görmekten daha önemli olmalıdır.

Sonuç olarak, belediyelerin milli bayramlarda sanatçılara ödediği büyük paralar, aslında sanatın gerçek değerini tartışmaya açan bir konu olmalıdır. Sanatçıların sahnede olmasını, halkla buluşmasını takdir etmek ve bunun maddiyatla ölçülmeyen bir değer taşıdığını hatırlamak gerekir. Toplumun her bireyi, bu etkinliklerde sahneye çıkan sanatçılara minnettarlıkla bakmalı, aynı zamanda sanatın ve kültürün sadece parayla değil, gönül birliğiyle büyüyeceğini unutmamalıdır.

Avatar

Zarif Olmak Zayıf Olmak Mı Demek?

İletişim, her kültürde farklı şekillerde algılanabilir ve bazen bu farklar, insanların birbirlerini yanlış anlamalarına yol açar. Özellikle iş hayatında ve profesyonel ilişkilerde sıkça karşılaşılan bir durum var: Zarif ve samimi bir tavır, bazen zayıflık olarak algılanabiliyor. Yurt dışında birine içten yaklaşmak, ona samimi ve sıcak bir davranış sergilemek genellikle olumludur ve kişiyi güçsüz ya da yanlış anlaşılabilir biri olarak görmek nadiren söz konusudur. Fakat Türkiye’de, özellikle erkekler arasında, bir kadının samimi, nazik ve sıcak davranışları bazen "bana yürüyor" veya "bana asılıyor" şeklinde yanlış bir şekilde yorumlanabiliyor.

Bu durumun temelinde, toplumsal ve kültürel algıların büyük bir rolü var. Samimi bir tavır, birini hoşnut etmek, ona değer vermek ya da sadece sosyal bir bağ kurmak amacıyla gösterilebilir. Ancak Türkiye'de, bu tür davranışlar yanlış anlaşılabiliyor ve çoğu zaman bireyler, samimi bir yaklaşımı "flört" ya da "ilgi gösterme" olarak değerlendirebiliyorlar. Bu da, bazen sıcaklık ve zarafetin, zayıflık ya da güçsüzlükle ilişkilendirilmesine yol açabiliyor.

Samimiyet, bir kişinin kişiliğinin en önemli yansımasıdır. İçten ve zarif bir davranış sergileyen biri, aslında bir şey saklamaz; karşısındaki insanla güçlü bir bağ kurmak, güven inşa etmek ister. Samimi olmak, bu bağlamda bir zaaf değil, bir olgunluktur. Kendine güvenen bir kişi, çevresindekilere samimi, zarif ve insancıl bir yaklaşım sergileyebilir. İçtenlik, yalnızca kendini doğru ifade edebilme gücüdür ve bu gücü göstermek, insanların yanlış anlamasına yol açmamalıdır.

Yurt dışındaki birçok iş ortamında, birinin sıcak ve samimi olması, o kişinin güvenilir ve güçlü bir insan olduğunun bir göstergesi olarak kabul edilir. İnsanlar arasındaki bu tür doğal etkileşimler, ne iş ortamında ne de sosyal yaşamda olumsuz yorumlanır. Ancak Türkiye’de bu yaklaşım, bazen yanlış anlaşılır. Bir kadının sıcak ve samimi davranışları, çoğu zaman flört veya başka bir niyetle ilişkilendirilebilir. Bu, toplumsal algıların bir yansımasıdır ve maalesef, bu algının değişmesi zaman alacaktır.

Samimiyet ve zarafet, güçsüzlük ya da zayıflık değildir. Bir kadının veya bir erkeğin iş hayatında sıcak, içten ve nazik olması, onun profesyonel bir kimliğe sahip olduğunu, karşısındaki kişiye saygı duyduğunu ve güven oluşturmak istediğini gösterir. Bu, kişilik meselesidir ve hiçbir zaman bir zaaf değildir. Bu nedenle, samimi ve içten olmak, bir kişilik özelliği olarak kabul edilmeli, "bana yürüyor" şeklindeki yanlış algılardan kaçınılmalıdır.

Samimiyetin ve zarafetin yanlış anlaşılması, toplumun iletişim şekliyle ilgili bir sorundur. Ancak, bu algıların değişmesi mümkündür. Kendi kişiliğinizi ifade ederken, içten olmanın zayıflık değil, bir güç olduğunu unutmamak gerekir. Kendiniz olmaktan korkmayın, çünkü güçlü olmak, başkalarına içtenlikle yaklaşabilmektir.

Avatar

Kendi Yolumuzu Bulmak

Hepimizin hayatında, anlık huzursuzluklardan büyük hayal kırıklıklarına kadar pek çok duygusal fırtına var. Bazen, kendimize bile tahammül edemediğimiz, ruhsal anlamda zorlandığımız anlar yaşarız. Ancak bu süreçte, içsel dünyamızdaki dengeyi yeniden kurmak için en çok ihtiyacımız olan şey, başkalarına değil, kendimize olan anlayışımızdır.

Dünyanın hızla değişen yüzü, insanları farklı kimliklerle, farklı rollerle karşımıza çıkarıyor. Bazen öyle insanlar var ki, kişilikleri henüz tam olarak şekillenmemiş, duygusal olgunlukları yetersiz, ama yine de bizden sabır, hoşgörü ve hatta acımasızca bir tevazu bekliyorlar. Bu, çoğu zaman bizleri fazlasıyla yıpratan bir durum haline geliyor. Peki, ya gerçekten böyle bir dünyada yaşamak, bize hayatı ve ilişkileri nasıl öğretmeli?

Bana göre, bu dünyaya geliş amacımız hastalıklı duygulara ya da kalbimizin anlamlandıramadığı çelişkili tavırlara anlayış göstermek değil. Eğer mantığımız ve kalbimiz bir şeyin yanlış olduğunu hissediyorsa, bu his bizim için bir yol haritasıdır. Bizi, o yolda gitmeye zorlayan şey ne olursa olsun, o yol, nihayetinde yanlış bir yoldur. Bu da demek oluyor ki; bazen en büyük tevazu, doğru bildiğimiz yolu terk etmek değil, o yolu cesurca izlemektir.

Kendi içimizdeki doğruları anlamak, kalbimizin sesiyle hareket etmek, aslında en yüksek erdemdir. Çünkü insan, kendi yolunu kaybettiği an, başkalarının yolunda ilerleyerek bir anlam aramaya çalışır. Fakat başkalarının doğruları, bizim için de geçerli olmayabilir. İşte bu noktada, kendimize karşı duyduğumuz saygı, başkalarına karşı duyduğumuz saygıyı da şekillendirir. Başkalarının beklentilerine göre hareket etmek, daha sonra içsel bir boşluk yaratabilir. Gerçek tevazu, başkalarının yargılarından ve beklentilerinden bağımsız olarak, kendi iç yolculuğumuzu yapabilmektir.

Bir insan, kendi doğrularını bulduğunda, dünyaya bakış açısı da değişir. Kendi içindeki dengenin farkına vardığında, her şey yerli yerine oturur. Çünkü insanın en önemli görevi, başkalarına değil, kendine karşı dürüst olmaktır. İçinde bulunduğumuz dünyada, en çok ihtiyacımız olan şey, başkalarının bize neler dayattığı değil, kendimizin neye dayandığıdır.

Kişisel sınırlar, duygusal olgunluk ve içsel güven, sadece başkalarının değil, kendi huzurumuzu da korur. Bazen insanlar, farkında olmadan bizi kendi içsel karmaşalarına çekmek isteyebilirler. Ancak, her şeyden önce, kendimize ne kadar sadık kalırsak, başkalarına da o kadar sağlıklı ve dengeli bir şekilde yaklaşabiliriz.

Sonuç olarak, hayat, başkalarının onayını bekleyerek yaşanacak bir şey değil. İçsel doğrularımıza sadık kaldığımızda, huzur ve anlam da kendiliğinden gelir. Kendi yolumuzu bulduğumuzda, dünya bizim için daha anlamlı bir yer olur. Belki de en büyük tevazu, yalnızca başkalarını değil, aynı zamanda kendimizi de anlamaktır. Ve bu, hayatın en büyük dersidir.

Avatar

Kendime Not

İnsanları kaybetmek, elbette zor bir deneyim olabilir. Ama unutma ki, bazen insanlar, bizim kim olduğumuzu gerçekten anlamadan hayatımızdan geçip giderler. Onları kaybetmek, aslında seni daha güçlü, daha özgür kılabilir. Çünkü doğru insanlar, seni olduğu gibi kabul edenlerdir; senin en doğal halinle, maskesiz halinle yanında olanlardır. Onlar seni kaybetmekten korkmazlar, çünkü seni gerçekten tanımışlardır.

Diğer yandan, insanları memnun etmek isterken kendini kaybetmekten korkmalısın. Bir başkasının onayı ve takdiri uğruna kendini değiştirmek, bir gün seni hayal kırıklığına uğratabilir. O an belki mutlu olabilirsin, ama içindeki boşluk büyür. Kendine değerini hatırlat. Kendi doğrularını savun, ve ne olursa olsun, kimseye yaranmak için kimliğinden ödün verme. Çünkü asıl mutluluk, kendini sevmekle başlar, başkalarının seni sevmesinden değil.

Hayat, senin yolculuğun. Her adımda senin doğruların, senin seçimlerin, senin sınırların olacak. İnsanları kaybetmekten korkma; senin için doğru olanlar kalacak. Ama kendini kaybetmekten kork, çünkü geriye dönüp baktığında, kaybettiğin bir insan değil, kaybolan bir sen olursun.

Kendine sadık kal,

Ve unutma, senin değerini sen belirlersin.

Avatar

Gerçeklerle Yüzleşmek

Bugün Türkiye’de hepimizin günlük yaşamında, iş hayatında ve sosyal ilişkilerde sıklıkla karşılaştığı bir soruyu sormak gerekiyor: Neden gerçeklerden, doğruyu konuşmaktan bu kadar kaçıyoruz? Şirketler, arkadaş grupları, aileler ve toplum olarak çoğu zaman daha kolay olanı seçiyoruz; yüzleşmek yerine, gerçeği ertelemeyi tercih ediyoruz. Oysa, her birey kendi içindeki dürüstlükle barışmadığı sürece, toplumsal dürüstlükten de bahsedemeyiz.

Gerçekten dürüst olmak, bazen karşılıklı çıkarlardan fedakârlık yapmayı gerektirir. Kendimize ne kadar dürüst olursak, başkalarına da o kadar dürüst olabileceğimizi unutmamalıyız. Ancak ne yazık ki çoğumuz, başkalarının gözünde pozitif bir imaj oluşturmak için gerçeği eğip bükmeye, bazen de doğruları görmezden gelmeye eğilimliyiz. Birçok kişi, kendi eksiklikleri ve hataları ile yüzleşmek yerine, bunları başka şeylerle örtmeye çalışır. Bu yalnızca bireysel bir sorun değil, toplumsal bir hastalık haline gelir.

İnsanların "iyi", "güzel", "dürüst" olmak istedikleri yönünde söyledikleri büyük sözler, bazen sadece yüzeysel kalabiliyor. Sorsanız, herkes dürüstlük, güven ve samimiyet istiyor. Ama bu değerlerin arkasındaki gerçeklikle ne kadar yüzleşiyoruz? Kendimize dürüst olduğumuzda, başkalarına karşı da dürüst olabiliriz. Ancak kendimize yalan söylerken, başkalarına doğruyu söylemek oldukça zorlaşır.

Peki ya "kesip atmak"? İlişkilerde bazen en iyi çözüm, bir şeyin ya da birinin sağlıksız olduğunu kabul edip, ondan uzaklaşmaktır. Bu, kesinlikle zayıflık değil, tam tersine bir olgunluktur. Kabul etmek ve gerektiğinde vazgeçmek, bir insanın kendine saygısının göstergesidir. Kesip atmak, eskiyi terk etmek, insanın kendi değerlerine ve sınırlarına sahip çıkmasıdır. Birçok insan bu basit gerçeği kabullenmekte zorlanıyor. İleriye gitmek, geçmişin yüklerini bırakmayı gerektirir.

Ve elbette, bazen sadece "teşekkür etmek" veya "özür dilemek" gibi basit ama güçlü davranışlar, bir insanın büyüklüğünü gösterir. Alttan almak, bazen en doğru çözüm olabilir. Çünkü zayıf olmak, saygısızlık değil; ne zaman durulacağını, ne zaman geri adım atılacağını bilmek, aslında büyük bir güçtür.

Türkiye'nin ve özellikle şirketlerin bu döngüden çıkabilmesi için, herkesin önce kendine dürüst olması ve ardında toplumsal bilinçle bu dürüstlüğü yansıtması gerekiyor. Gerçekleri duymaktan korkmak, aslında bize daha büyük sorunlar yaratıyor. Kendi içimizdeki dürüstlükle yüzleşmediğimiz sürece, bu döngü ne yazık ki devam edecektir. O yüzden, belki de en iyi çözüm, ilk adımı kendi içimizde atmak ve sonra dünyaya o adımın izlerini bırakmaktır.

Bunun için cesur olmalıyız; doğruyu ve gerçeği kabul etmek, zayıflık değil, güçlülüktür

Avatar

Kendimle Gurur Duyduğum Anlar

Bugün, geçmişte çalıştığım bir şirkette yöneticimin “yerin dolmadı” demesiyle bir kez daha kendimle gurur duydum. Bu söz, benim için sadece bir takdir ifadesi değil, aynı zamanda doğru yolda olduğumun bir göstergesi oldu.

Geçmişte çalıştığım birçok kurumda bıraktığım izler hâlâ var. Web sitesi içerik yazıları, kurumsal kimlik çalışmaları ve daha fazlası, yaptığım işlerin kalıcılığını kanıtlıyor. Bu eserlerin bugün bile kullanılmakta olması, işime olan bağlılığımı ve tutkumun somut birer kanıtı.

Aynı zamanda, bu süreçte tanıştığım patronlarım, yöneticilerim ve çalışma arkadaşlarımın aklında kalabilmek benim için büyük bir mutluluk kaynağı. İyi bir iz bırakmak, sadece profesyonel hayatımda değil, kişisel gelişimimde de önemli bir yer tutuyor.

Her zaman öğrendiklerimi ve edindiğim deneyimleri geleceğe taşımaya çalışıyorum. Bu yolculukta yaşadığım her an, beni daha iyi bir profesyonel ve insan yapıyor. Geçmişte bıraktığım izlerin, geleceğimde nasıl bir etki yaratacağını merakla bekliyorum.

Avatar

Çözmek mi, Kesmek mi ?

Hayat, bir dizi düğümle dolu. Bazıları kolayca çözülebilirken, diğerleri karmaşık ve zaman alıcıdır. Düğüm çözmenin sadece sabır değil, aynı zamanda akıllıca bir seçim yapmayı gerektirdiğini fark ettim. Bazen, belirli düğümleri kesmek, sorunları derinlemesine çözmekten daha etkili olabilir.

Hayatın getirdiği zorluklar arasında kaybolmuş hissediyoruz. İş yükü, ilişkiler, sosyal medya ve daha fazlası... Hepsi birer düğüm gibi. Fakat bazen, bazı düğümleri kesmek, bizi rahatlatarak yeni bir başlangıca olanak tanır. Kendimize karşı nazik olmalıyız; her şeyi çözmek zorunda değiliz.

Kestiklerimiz, geriye dönüp bakıldığında bize yeni bakış açıları sunabilir. Bu karar, sadece sorunları çözmekle kalmaz, aynı zamanda ruhumuzu da hafifletir. Bize yeniden odaklanma fırsatı verir; en önemli olanlara yönelmek için gereksiz yükleri bırakmamıza yardımcı olur.

Sonuç olarak, hayatın karmaşasında düğümleri çözmeye çalışmak kadar, bazılarını kesmeyi de öğrenmeliyiz. Unutmayalım ki bazen en iyi çözüm, yeni bir yol seçmektir. Hayat, bizim elimizde şekillenen bir yolculuktur; bu yolculukta hangi düğümlerin çözüleceğine ve hangilerinin kesileceğine karar vermek tamamen bize aittir.

Avatar

"Çocuk gözleriyle kendimi görmek, hayatın en güzel hediyesi. Her anımda, saf ve temiz bir sevgiyle dolup taşmak bana umut veriyor. Nil prenses, beni çizmiş olman ne büyük bir şans! Seninle geçirdiğim her an, kalbimde sıcak bir iz bırakıyor. Yanımda olduğun için çok şanslıyım; senin sevgin beni mutlu ediyor. İyi ki varsın, bu dünyada benim en değerlisin!"

Avatar

Kızılay Haftası ve Sosyal Sorumluluk

Her yıl Kızılay Haftası, sosyal sorumluluk projeleriyle dolup taşar, toplumsal dayanışma ruhunu pekiştirirdi. Çalıştığım kurumlarda düzenlediğimiz kan verme kampanyalarında, herkes gönüllü olarak kan bağışında bulunur, bu anlamlı katkının bir parçası olmaktan mutluluk duyardı. Ancak, son zamanlarda yaşanan olaylar, Kızılay’a olan güveni sarsmış ve ne yazık ki bu değerli gelenekleri gölgelemiştir.

Ülkemizin yaşadığı büyük afet sonrası, çadırların parayla satılması ve Kızılay’a yapılan kan bağışlarının yurt dışına satıldığı iddiaları, halkın Kızılay’a olan inancını ciddi şekilde zedeledi. Artık coşkuyla kutladığımız Kızılay Haftası, kaybolmuş bir heyecanla anılır oldu. Sosyal sorumluluk projeleri neredeyse durma noktasına geldi. Bu durum, içimi büyük bir üzüntüyle dolduruyor.

Halkın haklı tepkisini anlamakla birlikte, hastanelerde kan bekleyenlerin gözlerini düşündüğümde, içimde bir huzursuzluk hissediyorum. Kızılay, yıllardır hayat kurtaran bir kurum olarak biliniyordu; şimdi ise bu güven kaybı, bir çok insanın hayatını olumsuz etkiliyor.

Kızılay’ın eski günlerdeki ruhuna dönmesi için, bizlerin de yeniden bu değerleri yaşatmamız gerektiğini düşünüyorum. Toplumun bir araya gelerek, dayanışma içinde olması her zamankinden daha önemli. Umarım, bu zor günleri aşarak, Kızılay Haftası’nı yeniden bir sevgi ve umut dolu bir şekilde kutlayabiliriz. Unutmayalım ki, her damla kan, bir hayat demektir.

Avatar

Kendine Güven ve İlişkiler Uzaklaşmanın Gücü

Psikolog Dr. Nicole Lepera’nın sözleri, ilişkilerdeki dinamikleri çok iyi özetliyor: Kendine güvenen insanlar, saygısızlığa uğradıklarında hemen uzaklaşır, yaralı olanlar ise mücadele etmeye devam ederler. Bu farklılık, kişinin özsaygısını ve duygusal sağlığını doğrudan etkiler.

Kendine güvenen bireyler, sağlıklı sınırlar koyabilme yeteneğine sahiptir. Bu sınırlar, kişinin kendini korumasını ve saygı görmesini sağlar. Zira bir ilişkide saygı eksikse, bu, sağlıksız bir dinamiğin habercisidir. Uzaklaşmak, cesaret ve özgüven gerektirir; bu, insanın kendi değerine olan inancını gösterir.

Öte yandan, yaralı insanlar genellikle geçmiş travmalarıyla başa çıkmaya çalışırken, saygısızlıkla karşılaştıklarında kalmayı seçerler. Bu durum, kendilerini kanıtlama veya ilişkiyi kurtarma arzusuyla beslenir. Ancak bu tür mücadeleler, çoğu zaman daha fazla acı ve hayal kırıklığı getirir.

Kendimize değer vermek, sağlıklı ilişkiler kurmanın temelidir. Saygıyı kabul etmemek, kendimize olan güvenimizi zedeler. Uzaklaşmak, her zaman bir kaybetme olarak algılanmamalıdır; bazen, en büyük kazanç özgürlüğümüzdür. Kendimize güvenerek, sağlıklı ve mutlu ilişkiler inşa edebiliriz.

Avatar

İnsan Davranışlarının Gizemi

David Ogilvy’nin “İnsanlar çoğu zaman hissettiklerini düşünmez, düşündüklerini söylemez, söylediklerini yapmaz” sözü, insan doğasının karmaşıklığını mükemmel bir şekilde özetliyor. Günlük hayatımızda, içsel hislerimizle dışavurumlarımız arasında ciddi bir uçurum olduğunu sıkça gözlemliyoruz. Bu durum, sosyal ilişkilerden iş yaşamına kadar birçok alanda etkili oluyor.

Öncelikle, insanların hissettiklerini düşünmemesi, duyguların genellikle bilinçli bir analiz gerektirmeden yaşandığını gösterir. Çoğu zaman, bir durum karşısında hissettiğimiz duygu o anki tepkimizi şekillendirirken, bu hislerin arkasındaki nedenleri sorgulamak aklımıza gelmez. Bu da, derin bir öz farkındalık geliştirmeden yüzeysel tepkiler vermemize yol açar.

Düşüncelerimizi ifade etmemek ise, sosyal normların ve kaygıların etkisiyle sıkça yaşanan bir durum. İçinde bulunduğumuz toplumsal bağlam, bireylerin düşüncelerini ve hislerini paylaşma konusunda tereddüt etmelerine sebep olabilir. Bu, hem kişisel ilişkilerde hem de profesyonel ortamda açık bir iletişimi engelleyerek yanlış anlaşılmalara yol açabilir.

Son olarak, söylediklerimizi yapmamak, tutarsızlık olarak tanımlanabilir. İnsanın kendi değerleriyle eylemleri arasındaki bu uçurum, çoğu zaman motivasyon eksikliğinden veya korkulardan kaynaklanır. Bir birey, belirli bir davranışı benimseyip bunu ifade edebilir, ancak o davranışı hayata geçirmek için gereken cesareti bulamayabilir.

Bu üç aşama; hissetmek, düşünmek ve eyleme geçmek, bireyin içsel dünyasını ve sosyal ilişkilerini derinden etkileyen bir döngü oluşturuyor. Kendimizi daha iyi anlamak ve sağlıklı ilişkiler kurmak için, bu döngüyü sorgulamak ve üzerinde çalışmak hayati öneme sahip.

Ogilvy’nin sözü, insan davranışlarının karmaşık doğasını anlamamız için bir çağrıdır. Hislerimizi, düşüncelerimizi ve eylemlerimizi bir bütün olarak ele alarak, daha tutarlı ve anlamlı bir yaşam sürdürebiliriz. Bu, yalnızca bireysel bir yolculuk değil, aynı zamanda toplumsal bir dönüşüm için de gereklidir.

You are using an unsupported browser and things might not work as intended. Please make sure you're using the latest version of Chrome, Firefox, Safari, or Edge.
mouthporn.net