mouthporn.net
#halimecan – @halimecan on Tumblr
Avatar

Halimecan

@halimecan / halimecan.tumblr.com

Ya doğuştan sarhoşsak içince ayılıyorsak?
Avatar

"Sığınmacılara Koltuk Veren Türkiye, Kendi Çocuklarını Koru(ya)madı mı?"

İzmir'de 5 yaşındaki 5 çocuğun evde çıkan yangında hayatını kaybetmesi, hepimizi derinden üzen ve aynı zamanda düşündüren bir trajedi. Türkiye’nin sosyal devlet anlayışı, insan hakları ve özellikle çocuk hakları konusunda önemli bir yere sahip. Ancak bu olay, hepimizin sorgulaması gereken önemli soruları gündeme getiriyor: Sosyal devlet, bu minik canları korumak adına yeterince etkili olabildi mi? Devlet, ailelerin çocuklarını güvenli bir ortamda yetiştirebilmeleri için gerekli desteği sağladı mı?

Aile Bakanlığı, defalarca bu aileyi denetlemiş ve çocuklarını kuruma vermemek için ısrarcı olmuş. Ancak, sonuçta, çocukların hayatını kaybetmesi, sosyal devletin, özellikle çocukların korunması konusunda hala çözülmesi gereken eksiklikleri olduğunu gösteriyor. Devletin, bir ailenin çocuklarına sağlıklı, güvenli ve korunaklı bir ortam sunabilmesi için daha etkin mekanizmalar geliştirmesi gerektiği ortada.

Türkiye, dünyada milyonlarca mülteciye ev sahipliği yapıyor, sığınmacılara kapılarını açıyor ve onları koruma altına alıyor. Ancak, kendi vatandaşlarının en savunmasız durumda olan çocukları için aynı özeni gösteremiyor gibi görünüyor. Bu çelişki, toplumsal yapıyı sorgulamaya sevk ediyor. Mülteciler, korunma hakkına sahipken, kendi çocuklarımız neden daha fazla korumaya ve sevgi dolu bir yuvaya sahip olamıyor?

Tabii, burada sadece devletin sorumluluğuna yüklenmek de haksızlık olur. Aile yapısının da önemli bir yeri var. Bir insanın, özellikle de bir annenin, kendisine ve çocuklarına bakacak maddi ve manevi gücü yokken, beş çocuk sahibi olması ciddi bir soruyu gündeme getiriyor. Çocuk yapmanın, sadece çocuk sayısını artırmak değil, aynı zamanda onları sağlıklı ve güvenli bir şekilde yetiştirmek anlamına geldiğini unutmamak gerekiyor. Ailenin, kendi şartlarını değerlendirmesi, çocukları için daha sağlıklı bir ortam yaratması gerektiği aşikar. “Allah rızkını verir” sözü, elbette inançlarımıza dayanır, ancak bu dünyada da çocuğa sadece fiziksel değil, duygusal ve psikolojik açıdan da bir yuva vermek gerektiği unutulmamalıdır.

Sonuç olarak, bu trajedi, hem devletin hem de ailelerin daha fazla sorumluluk alması gerektiğini gösteriyor. Sosyal devlet, çocukları korumak için daha fazla önlem almalı ve aileler de, çocuklarının geleceğini düşünerek daha bilinçli ve sorumlu bir şekilde hareket etmelidir. Unutulmamalıdır ki, her çocuk, güven içinde bir yaşam hakkına sahiptir.

Avatar

Uzaklaşmak, Huzuru Bulmak

Hayat, bazen hızla akıp giden bir nehre benzer. İnsan her anın peşinden koşar, zaman yetmez, işler bitmez, ve sonunda tükenmiş hisseder. İşte o anlarda, Reşat Nuri Güntekin’in sözleri bir çıkış yolu gibi gelir: "Bu hayatta yaptığım en iyi şey uzaklaşmak. Kin gütmemek, hesap sormamak, çirkinleşmemek, zorluk çıkarmamak. Sadece uzaklaşır ve soğurum."

Gerçekten de bazen en iyi çözüm, sadece geri adım atmak, durmak ve bir süreliğine dünyadan uzaklaşmaktır. Hayatın karmaşasında kaybolduğumuzda, insanın içsel huzurunu yeniden bulması için, tüm gürültüden ve kargaşadan uzaklaşması gerekir. Uzaklaşmak, bir kaçış değil, aslında bir yeniden doğuş, bir içsel yenilenmedir. Çünkü hayatın gürültüsünde sesimizi duymak, yalnızca içsel sessizlikte mümkündür.

Kin güdüp hesap sormadan, çirkinleşmeden, olaylara tepkisiz kalmak, insanın içindeki huzuru koruyabilmesinin en sağlıklı yoludur. Çoğu zaman, insanların bize yaptıkları, söyledikleri ve hatta dünyadaki tüm olumsuzluklar üzerimizde büyük bir yük oluşturur. Bu yük, bir süre sonra iç dünyamızdaki dengeyi bozar. İşte bu noktada, uzaklaşmak bir çözüm olur. Bazen, insanın sağlıklı kalabilmesi için "dur" demesi gerekir. Kendi içindeki sesi duyabilmesi için biraz geri çekilmesi gerekebilir.

Uzaklaşmak, sadece fiziksel olarak bir yerden başka bir yere gitmek değil, aynı zamanda zihinsel bir eylemdir. Kendini yenilemek, düşünceleri bir kenara bırakmak, sadece "ben" olmaktır. Bu, dünyanın gerisinde kalmak, geçici bir süreliğine her şeyden uzaklaşarak kendi iç yolculuğuna çıkmaktır.

Sonuçta, bazen gerçek huzur, sadece geri çekilmek ve dünyadan bir adım uzakta kalmaktan geçer. Düşüncelerimizi toparlamak, hislerimizi anlamak, yalnızca dışarıdan bağımsız olduğumuzda mümkün olur. Kendine bir süre tanımak, içsel dinginliği bulmak, yeniden güçlü bir şekilde dünyaya dönmek için en iyi yöntemdir.

Yapmamız gereken tek şey, bu anı tanıyabilmek ve gerektiğinde uzaklaşmayı, sessizliği kabul edebilmektir. Uzaklaşmak, aslında kendimize yapacağımız en büyük iyiliktir.

Avatar

Kendime Not

Hayatta karşımıza çıkan her an bir fırsattır, bazen farkında olmadan, bazen çok sonra. Unutma ki hiçbir şey için asla çok geç değildir ve bazen hayat, beklediğimizden farklı bir hızla akar. Belki de en değerli şey, zamanın ve yaşın getirdiği farklı bakış açılarıdır. Kendi yolunu bulmanın, kendi kimliğini keşfetmenin bir sonu yoktur. Sen, istediğin her an değişebilir, istediğin her an yeni bir başlangıç yapabilirsin.

Hangi yolu seçersen seç, hayatını yaşamaya cesaret et. Ne en iyisini yapmak zorundasın, ne de en kötüsünü. Önemli olan, seni mutlu eden, seni gerçek sen yapan yolu bulman. En güzeli, her gün yeni bir şeyler öğrenmeye ve yaşamaya devam etmek. Her an bir keşif, her adım yeni bir anlayış olabilir.

Umarım, hayat seni şaşırtacak anlarla dolu olur. Bazen beklenmedik anlarda, bilinmedik duyguları, hisleri keşfedeceksin. İnsanlar seni farklı bir şekilde etkileyebilir, seni büyütecek, geliştirecek insanlarla tanışabilirsin. Gurur duyacağın bir hayat kurarsın. Ve eğer bir gün fark edersen ki, doğru yolda değilsin, asla korkma. Yeniden başlamak için her zaman bir fırsat vardır.

Zaman senin için bir sınırlama değil, bir imkan. Hedeflerin peşinden gitmek, kendi en iyini yapmak için her zaman bir fırsat vardır. Umarım, sen de en iyisini yapar ve hayatın sana sunduğu her fırsattan en güzel şekilde yararlanırsın.

Avatar

Benjamin Button'ın kızına yazdığı mektup:

"Hiçbir şey için asla çok geç değildir ya da benim durumumda, istediğin kişi olmak için çok erken değil. Zaman sınırı yoktur, istediğin zaman başlayabilirsin. Değişebilir ya da aynı kalabilirsin. Bunun bir kuralı yoktur. En iyisini ya da en kötüsünü yapabiliriz. Umarım, sen en iyisini yaparsın. Umarım, seni şaşırtacak şeyler yaşarsın. Umarım, daha önce hiç hissetmediğin şeyler hissedersin. Umarım, değişik bakış açıları olan insanlarla tanışırsın. Umarım, gurur duyacağın bir hayatın olur. Öyle olmadığını anlarsan umarım, en baştan başlayacak gücü bulursun."

Avatar

Dostların Sessizliği ve Hayatın Derin Yarası

Aliya İzzet Begoviç'in "Ve her şey bittiğinde; hatırlayacağımız düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır." sözünü düşündüğümüzde, çok derin ve anlamlı bir gerçekliğe işaret ediyoruz. Begoviç, bu cümlesiyle insanın hayatındaki en büyük acıların, yalnızca dışarıdan gelen düşmanlık veya eleştirilerden değil, aynı zamanda en yakınlarının, dostlarının sessizliğinden ve ilgisizliğinden kaynaklandığını vurguluyor.

Hayatımızda, zor zamanlar geçirdiğimizde, dostlarımızın varlığı veya yokluğu, bize yalnızca duygusal değil, aynı zamanda psikolojik bir yük bindirir. Bir insanın en büyük desteği, içsel gücünü artıran, zor anlarında yanında olan dostlarıdır. Ancak bir dostun suskunluğu, belki de en ağır darbe olur. Düşmanlar, bazen açıkça düşmanlıklarını gösterir, ama dostların sessizliği, onların kaybolması, belki de hayatta en derin izleri bırakandır. Çünkü dostlarımızın sessizliği, bize yalnızlık, terk edilme ve kaybolma duygularını yaşatır.

Begoviç'in bu sözü, aynı zamanda toplumsal ve kültürel bir yansıma da taşır. İnsanlar zamanla birbirinden uzaklaşabilir, dostluklar sınanabilir ve bazen dünya, içsel mücadelelerle boğuşan bir birey için yalnızlık hissini büyütebilir. Böyle zamanlarda, insan daha çok dostlarının yanında olmasını, desteğini görmek ister. Ama gerçek anlamda dost olanların sessizliği, aslında çok derin bir anlam taşır: Bir kişinin zor zamanlarında yanında olmamak, o kişiyi en çok yaralayan şeylerden biridir.

Toplumda yalnızlık, ihanet ve dışlanmışlık gibi duyguların insanları en derinden etkileyen acılar olduğunu unutmamak gerek. Dostların sadece sözlü destek değil, aynı zamanda duygusal ve pratik anlamda varlıklarını hissettirmeleri çok önemlidir. Bu bakımdan, Begoviç'in sözündeki derin anlamı, günümüz dünyasında da sıklıkla hissediyoruz. Zira, herkesin bir zamanlar düşmanı olabilir, ama dostların sessizliği, yıllar sonra bile unutulmaz bir iz bırakır.

Aliya İzzet Begoviç’in bu sözünü hayatımızda bir rehber olarak kabul edebiliriz: Zorluklar ne olursa olsun, düşmanlardan alınacak zarar geçici, dostlardan alınacak sessizlik ise kalıcı bir yaradır. Ve unutulmamalıdır ki, gerçek dostluk, yalnızca zamanın değil, zorlukların da testinden geçer.

Avatar

Bugünün Modern İnsanı Eskinin İlkel İnsanından Daha Çaresiz ve Yalnız mı?

Çağımızın ilerleyen teknolojisi, büyüyen şehirleri ve hızla değişen toplumsal yapıları, insanlık tarihinin en büyük dönüşümünü yaşatıyor. Fakat bu dönüşümün ardında, insana ait temel duygular ve ihtiyaçlar da şekilleniyor. Modern insan, daha önce hiç olmadığı kadar bilgiye erişebiliyor, her türlü konforu deneyimleyebiliyor ve sosyal ağlar aracılığıyla daha önce hayal dahi edilemeyecek kadar çok insanla bağlantı kurabiliyor. Ancak tüm bu gelişmelere rağmen, çok derin bir yalnızlık ve çaresizlik duygusu giderek daha yaygın hale gelmiş durumda. Modern insan, belki de tarihin hiçbir döneminde bu kadar yalnız ve çaresiz hissetmemişti.

Eski çağlarda, insanların yaşamları doğayla iç içe geçiyordu. İlkel toplumlarda, hayatta kalma mücadelesi büyük ölçüde kolektif bir çabaydı. İnsanlar, grup halinde avlanır, barınaklarını birlikte inşa eder ve birbirlerine karşı derin bir bağ geliştirirlerdi. Bu bağlar, sadece hayatta kalma değil, aynı zamanda duygusal ihtiyaçları karşılama noktasında da kritik rol oynuyordu. İlkel insanlar arasında yardımlaşma, dayanışma ve güven duygusu güçlüydü. Farklılıklar, pek çok durumda bir zenginlik olarak kabul ediliyordu çünkü her birey topluluğun bir parçasıydı ve bu aidiyet duygusu çok önemliydi.

Bugünse, toplumlar çok daha bireyselleşmiş ve atomize olmuş durumda. İnsanlar artık çoğu zaman yalnız başına yaşamayı tercih ediyor. Şehirlerdeki kalabalık, bir nevi modern yalnızlığın simgesi haline gelmiş durumda. Sosyal medya platformları aracılığıyla binlerce insanla iletişim kurabiliyor olsak da, gerçekte duygusal bağlar kurmak giderek daha zorlaşıyor. İnsanlar sanal dünyada daha fazla etkileşimde bulunsa da, yüz yüze ve derin ilişkiler kurmak, zamanla daha nadir hale geliyor.

Teknolojinin sunduğu sonsuz olanaklar, bir yandan insanlara büyük kolaylıklar sağlasa da, bir diğer yandan onları sürekli bir yalnızlık içinde hapseden bir düzene dönüştü. İnsanlar, daha fazla bilgiye sahip olabilirler, ama bu bilgi onları daha fazla yalnızlığa mı itiyor? Artık herkesin bir ekran karşısında, yalnız bir şekilde düşündüğü, hissettiği ve yaşadığı bir dünyada, yalnızca başkalarına ulaşmak kolaylaşmakla kalmıyor, aynı zamanda onları anlamak da giderek zorlaşıyor. Teknolojinin sunduğu hız, bağlantı ve erişilebilirlik, ilişkilerin yüzeyselleşmesine yol açıyor. Anlık mesajlaşmalar, anlık paylaşımlar, anlık tatminler; fakat gerçek duygusal derinlik, kimseye vakit ayırma isteği ve anı paylaşma arzusuyla birleşemiyor.

Çaresizlik, modern insanın hissettiği en yaygın duygulardan biri haline gelmiş durumda. Hızla değişen dünyada, insanlar çoğu zaman kendi kontrolleri dışında gelişen olaylarla başa çıkmaya çalışıyorlar. Ekonomik belirsizlik, çevresel krizler, toplumsal çatışmalar ve kişisel travmalar arasında, bireyler kendilerini güçsüz ve korumasız hissediyor. İlkel toplumlarda, zorluklarla mücadele genellikle toplumsal dayanışma yoluyla aşılırken, modern toplumda bireyler çoğu zaman yalnız başlarına bu mücadeleye girişiyorlar.

Dahası, modern dünya, geçmişteki gibi basit ve doğrudan yaşam şekilleri sunmuyor. Sürekli bir performans gösterme, başarıya ulaşma ve toplumsal onay alma baskısı, insanları ruhsal anlamda tükenmişliğe sürüklüyor. İçsel huzur ve dengeden daha fazla uzaklaşıyoruz çünkü dış dünyada kazandığımız her zaferin, daha büyük bir kaygıyı ve daha fazla sorumluluğu beraberinde getireceğini biliyoruz. Bu durum, insanları sürekli bir "daha" arayışına yöneltiyor; daha fazla kazanç, daha fazla statü, daha fazla kabul edilme isteği... Ama hiçbiri, insanın derin ve kalıcı huzur arayışını karşılayamıyor.

Bugünün modern insanı, eski çağların ilkel insanlarından farklı olarak, toplumla ve doğayla bağlarını zayıflatan bir dünyada varlık gösteriyor. Bu bağların zayıflaması, yalnızlık ve çaresizlik gibi duyguları artırmış olabilir. Ancak, geçmişin insanlarıyla kıyaslandığında, modern insanın sahip olduğu bilgi ve teknolojik imkanlar, belki de onu en güçlü kılabilecek unsurlar olabilir. Bu yüzden, geçmişin sosyal bağlarını ve dayanışma anlayışını göz önünde bulundurmak, yalnızlıkla mücadelede önemli bir adım olabilir. Sonuçta, modern insan yalnızca kendi çaresizliğiyle değil, aynı zamanda toplumsal ve duygusal bağlarını yeniden keşfederek bu çaresizliğin üstesinden gelebilir.

Avatar

Kendime Not

İnsanları kaybetmek, elbette zor bir deneyim olabilir. Ama unutma ki, bazen insanlar, bizim kim olduğumuzu gerçekten anlamadan hayatımızdan geçip giderler. Onları kaybetmek, aslında seni daha güçlü, daha özgür kılabilir. Çünkü doğru insanlar, seni olduğu gibi kabul edenlerdir; senin en doğal halinle, maskesiz halinle yanında olanlardır. Onlar seni kaybetmekten korkmazlar, çünkü seni gerçekten tanımışlardır.

Diğer yandan, insanları memnun etmek isterken kendini kaybetmekten korkmalısın. Bir başkasının onayı ve takdiri uğruna kendini değiştirmek, bir gün seni hayal kırıklığına uğratabilir. O an belki mutlu olabilirsin, ama içindeki boşluk büyür. Kendine değerini hatırlat. Kendi doğrularını savun, ve ne olursa olsun, kimseye yaranmak için kimliğinden ödün verme. Çünkü asıl mutluluk, kendini sevmekle başlar, başkalarının seni sevmesinden değil.

Hayat, senin yolculuğun. Her adımda senin doğruların, senin seçimlerin, senin sınırların olacak. İnsanları kaybetmekten korkma; senin için doğru olanlar kalacak. Ama kendini kaybetmekten kork, çünkü geriye dönüp baktığında, kaybettiğin bir insan değil, kaybolan bir sen olursun.

Kendine sadık kal,

Ve unutma, senin değerini sen belirlersin.

Avatar

Pazar günleri, hayatın yavaşladığı, hayallerin daha net göründüğü anlar. Güneş, nazikçe doğarken içimde bir umut filizleniyor. Her şey daha bir güzel, sanki dünya sadece benim için dönüyor. Dogayla birlikte geçirilen her an, zamanın ötesine geçiyor. Kahve içmek, sokaklarda kaybolmak ya da sadece yürümek… Hepsi, kalbimdeki en özel melodileri çalıyor.

Avatar

George Orwell’in “50 yaşında herkes hak ettiği yüze sahiptir” sözü, yaşlanmanın ve hayatın getirdiği deneyimlerin derin bir ifadesidir. Bu söz, yalnızca fiziksel bir değişimi değil, aynı zamanda içsel bir dönüşümü de vurgular. Zamanla, insanın yaşadığı olaylar, seçimleri ve deneyimleri, yüzünde belirginleşir; mutluluk, üzüntü, pişmanlık ve sevgi gibi duygular, yaşadığımız hayatın izlerini taşır.

Orwell’in bu ifadesi, insanın kimliğini ve yaşam yolculuğunu nasıl şekillendirdiğini düşündürür. Hayatın getirdiği zorluklar ve sevinçler, kişinin ruhunu derinlemesine etkiler. 50 yaşına gelindiğinde, bireyler genellikle kendi kimliklerini ve hayata bakış açılarını şekillendirmiştir. Bu süreçte yaşanan her an, insanın dış görünümünde ve içsel dünyasında iz bırakır.

Bu söz aynı zamanda bir farkındalık yaratır. Geçmişteki seçimlerimizin sonuçlarıyla yüzleşmek, olgunlaşmanın bir parçasıdır. Kendimizi olduğu gibi kabul etmek, yaşın getirdiği bilgeliği anlamak ve yaşamdan alınan dersleri benimsemek önemlidir. Her bir iz, yaşanmışlıkların ve hayatla kurulan ilişkinin bir yansımasıdır.

Sonuç olarak, Orwell’in bu sözü, yaşlanmanın getirdiği değişimi yüceltir. Yüzümüz, hayatımızın bir özeti gibidir; her çizgi, her leke, yaşanmış anların ve deneyimlerin hatırlatıcısıdır. Bu bakış açısıyla, yaşlanmak bir kayıp değil, bir kazanımdır; her yeni yaş, daha derin bir anlayış ve kabul ile karşılanmalıdır.

Avatar

Küçük yaşlarda dinlediğin o hikaye, zamanla ne kadar gerçekçi bir tabloya dönüşüyor, değil mi? Siyasetin ve toplumun içinde bulunduğu durumun bir yansıması. Bugün, insanlığa ve hayvana karşı işlenen suçların sayısı artarken, duyarsızlık ve sessizlik de derinleşiyor.

Siyasetçilerin görevden alınması ya da istifa etmesi gereken anlar geldiğinde, toplumun bu duruma tepkisiz kalması düşündürücü. Belki de geçmişteki "çılgın Türkler" ruhu, korkular ve umutsuzluklarla yer değiştirdi. Ancak bu durum, toplumsal hafızamızın ve adalet arayışımızın körelmesine neden olmamalı. Herkesin gözlerinin önünde yaşanan bu zulme karşı sesimizi yükseltmek, mücadele etmek zorundayız.

Bu meseleler, sadece bireysel bir kaygı değil; bir toplum olarak hepimizin ortak sorumluluğu. Değişim için harekete geçmeli, adaletin ve insanlık onurunun peşinden koşmalıyız. Sesimizi yükseltmek, unutmadığımızı ve unutmayacağımızı göstermek zorundayız.

You are using an unsupported browser and things might not work as intended. Please make sure you're using the latest version of Chrome, Firefox, Safari, or Edge.
mouthporn.net