mouthporn.net
#ask blog – @halimecan on Tumblr
Avatar

Halimecan

@halimecan / halimecan.tumblr.com

Ya doğuştan sarhoşsak içince ayılıyorsak?
Avatar

İyi ki Türk Askeri Var!

Son yıllarda ülkemizde askerin değeri ve askerlik mesleği üzerine yapılan tartışmalar, bazen gündemi fazlasıyla meşgul etse de, bir gerçeği göz ardı etmek mümkün değil: Türk askeri, bu toprakların en önemli güvencesidir. Gelişen teknoloji ve modern savaş stratejileriyle birlikte askeri gücün sadece fiziksel donanım ve teknolojik imkanlarla değil, aynı zamanda moral ve motivasyonla da şekillendiğini daha iyi anlıyoruz. Türk askeri, yalnızca bugünün değil, geleceğin de en büyük sigortasıdır.

Bugün, dünyanın dört bir köşesinde Türk askerinin üstün disiplinini, cesaretini ve vatanseverliğini takdir eden birçok uluslararası gözlemci var. Ama biz, Türk askerinin ne kadar kıymetli olduğunu her zaman, özellikle de zor günlerde daha iyi fark ediyoruz. Onlar, her türlü zorlukla başa çıkabilen, gerektiğinde kendi hayatını riske atarak milletini koruyan, kahraman bir neslin temsilcileridir.

Tarihi şanlı zaferlerle dolu Türk Silahlı Kuvvetleri, sadece savaşta değil, barış zamanında da önemli bir rol üstlenmektedir. Son yıllarda yapılan modernizasyon çalışmalarının yanı sıra, askerlere yönelik sağlık, eğitim ve sosyal imkanların güçlendirilmesi, Türk ordusunun daha da sağlam temeller üzerine inşa edilmesini sağlıyor. Çünkü bir ordu, sadece savaş esnasında değil, savaşın dışında da her yönüyle güçlü ve sağlıklı olmalıdır. O nedenle, "kendi askerine iyi bakmayanlar, gelecekte başka milletin askerlerine bakar" sözü, bir uyarı değil, bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor.

Türk askeri, bugün sadece ülkesinin sınırlarını korumakla kalmıyor; aynı zamanda uluslararası barış misyonlarında da aktif rol oynuyor. Her ne kadar bazen sınır dışı operasyonlar, göçmen krizleri veya farklı uluslararası anlaşmazlıklar nedeniyle Türk askeri dünya çapında dikkatle izleniyor olsa da, içerde ve dışarıda her zaman Türk milletinin huzur ve güvenliğini sağlamak için elinden gelenin en iyisini yapmaktadır.

Bu noktada, sadece askeri gücün değil, Türk askerinin moralinin de önemli olduğunu unutmamak gerekiyor. Onların psikolojik ve fizyolojik sağlığı, sadece sahada değil, geri planda da güvenliğin sağlanmasında hayati bir rol oynar. Bugün yapılan düzenlemeler ve iyileştirmeler, Türk askerinin her yönüyle daha verimli, daha etkili olmasına olanak tanıyor.

Bir toplumun en önemli görevlerinden biri, ona hizmet eden ve canını hiçe sayarak güvenliğini sağlayan askerine değer vermek ve ona her türlü desteği sağlamaktır. Yalnızca askeri malzeme ve donanım değil, askerlerin sağlıkları, eğitimleri, ailelerinin huzuru ve yaşam standartları da o kadar önemlidir. Kendi askerine sahip çıkmayan bir millet, yarının zorluklarında yalnız kalabilir.

Her geçen gün Türk askerinin gücünü daha net bir şekilde görsek de, bu gücü sürdürebilmek için sadece askeri yatırımlar değil, insana yapılan yatırımlar da kritik öneme sahiptir. Türk askeri, yalnızca bu toprakların değil, tüm insanlığın güvenliğini koruyan bir güvencedir. Ne kadar güçlü olursa, milletin huzuru o kadar garanti altına alınır.

İyi ki Türk askeri var. İyi ki, her zaman görev başında.

Avatar

Tanımadık İnsanlarla İletişim Kurmak

Sosyal medya, modern dünyamızın vazgeçilmez bir parçası haline geldi. İnsanlar arasında iletişim, tanışmalar, iş bağlantıları ve daha pek çok şey bu platformlar üzerinden yapılıyor. Ancak, bu dijital ortamda her zaman her şeyin pürüzsüz gittiğini söylemek mümkün değil. Geçtiğimiz günlerde yaşadığım bir deneyim, dijital iletişimin, özellikle tanımadığımız insanlarla kurduğumuz diyalogların nasıl ruhsal bir yük haline gelebileceğini bir kez daha gözler önüne serdi.

Sosyal medyada yaşadığım bir durumu paylaşmak istiyorum. Bugün tesadüfen biri mesaj attı. Sanırım yalnız ve arkadaş çevresi olmayan biriydi. Her zamanki gibi, "Tanışıyor muyuz?" diye sormak zorunda kaldım, çünkü bazen etkinliklerde ya da fuarlarda insanlarla karşılaşıp tanışabiliyoruz. Tanışmadığımızı fark ettiğimizde bana bir fotoğraf gönderdi, ama sohbeti orada kesildi.

Sabah yine yazınca cevap verdim. Fotoğrafı açıp baktım, sonra bir mesaj geldi: "Ekran görüntüsü mü aldın?" O an gerçekten neye uğradığımı şaşırdım. Ekran görüntüsü almadım ama onun böyle düşündüğünü öğrenince kendimi o kadar kötü hissettim ki... Kendimi anlatmaya çalıştım ama bu tarz durumlar, tanımadığım insanlara kendimi açıklamak zorunda kalmak beni gerçekten çok rahatsız ediyor.

Bu tür bir durum, dijital dünyada karşılaştığımız en rahatsız edici halleri oluşturuyor. Hem mahremiyetimizi hem de kişisel sınırlarımızı koruyarak iletişim kurmak ne yazık ki bazen imkansız hale gelebiliyor.

Bu olay bana, sosyal medya ve dijital platformlarda tanımadıklarımızla kurduğumuz iletişimin ne kadar yorucu olabileceğini hatırlattı. İnsanlar arası etkileşim, aslında yüz yüze gerçekleştiğinde, duygusal bir bağ kurarak daha sağlıklı ve doğal bir hal alıyor. Ama dijital ortamda, tanımadıklarımıza kendimizi açıklamak, niyetlerimizi anlatmaya çalışmak çok daha karmaşık hale gelebiliyor. İnsanlar bazen yanlış anlamalarla yükümlü hale gelebiliyorlar ve bu da, isteksizce de olsa, kendimizi bir başka insanın duygusal karmaşasının içine çekiyor.

Sosyal medyada yeni insanlarla tanışmak, benim için uzun zamandır rahatsız edici bir süreç oldu. Tanımadığım kişilere hayatım hakkında fazla bilgi verme isteği, sürekli bir sorgulama haline dönüşüyor. Her mesaj bir "doğru" cevap arayışına dönüşüyor. Bazen, sadece var olmak ve paylaşımlarımızla meşgul olmak yeterli olmalı. İnsanlar, farklı platformlarda tanışmayı, etkileşimde bulunmayı isteseler de, bu bazen hem zihinsel hem de duygusal bir yük haline gelebiliyor.

Dijitalleşen dünyada sosyal medyanın rolü büyüdükçe, insanların birbirleriyle sağlıklı ve anlamlı iletişim kurma biçimleri de değişiyor. Gerçekten de, dijital dünyada tanımadığımız kişilerle iletişim kurarken dikkatli olmalıyız. Kendimizi anlatmak, niyetlerimizi açıklamak bazen gereksiz yükler yaratabiliyor. Bu yüzden, belki de bazen "başka biri" olma gerekliliğinden vazgeçip, sadece kendimiz olarak, zorunlu olmadan sosyal medya dünyasında var olmalıyız.

Sosyal medyada tanımadıklarımızla kurduğumuz iletişimi sorgularken, belki de en önemli şey, kendimize dürüst olmak ve ihtiyaç duyduğumuz sınırları belirlemektir.

Avatar

Kim Daha Kötü, Onu Konuşur Olduk

Son yıllarda, çevremizdeki insanların tavırları, söylemleri ve toplumdaki genel hava giderek daha negatif bir hal almış gibi görünüyor. Ne zaman bir araya gelsek, konuşmalarımız genellikle başka birini eleştirmek, suçlamak ya da kötülüğünü tartışmak üzerine şekilleniyor. Sanki dünya, “Kim daha kötü?” sorusunun cevabını arıyor. Bunu, sokaklarda, ofislerde, sosyal medyada her an hissedebiliyoruz. Kimseyi dinlemiyor, kimseyi anlamıyoruz. Herkes, başkasının hatasını öne çıkararak kendi konumunu güçlendirmeye çalışıyor. Ama bu duruma gerçekten nasıl geldik?

İlk bakışta, bu tür eleştiriler, toplumsal bir tepki ya da bir tür boşalma gibi görünebilir. Ancak daha derin bir inceleme yaptığınızda, bu sürekli kötülemenin birikmiş bir toplumsal huzursuzluğu, kırılganlıkları ve çözülmemiş meseleleri yansıttığını görebiliyoruz. Her şeyin, her bir olayın ya da davranışın, “kötü” ya da “iyi” diye kolayca kategorize edilmesi, aslında çok yüzeysel bir bakış açısının ürünüdür. İnsanları ya da olayları bu şekilde değerlendirmek, anlamaya çalışmaktan çok yargılamaya yönelir. Ama bu gerçekten bizi daha iyi bir noktaya taşır mı?

Peki, bu durumu değiştirmek mümkün mü? Bence mümkün. İnsanların birbiriyle daha sağlıklı iletişim kurabilmesi, birinin hatasını büyütmektense, birbirine daha empatik bir şekilde yaklaşabilmesi, toplumsal bağları güçlendirebilir. Eleştirinin de bir sınırı vardır ve yapıcı olmak, eleştiriden çok daha değerli bir yaklaşım olabilir.

Hatalarımızı kabul etmek, birbirimizin hatalarını anlamak ve üzerine konuşmak, aslında çok daha kıymetli bir dil yaratabilir. Çünkü "Kim daha kötü?" sorusunu sormak yerine, "Kim daha iyi olabilir?" sorusuna odaklanmak, her bireyi daha pozitif bir gelişime teşvik eder. Toplumların ilerlemesi, sadece bireylerin kendilerini geliştirmesiyle değil, aynı zamanda başkalarının gelişimine katkı sağlayarak olur.

Kötülemenin, yargılamanın değil, anlayışın, empati kurmanın ve birbirimizi kabul etmenin zamanıdır. Çünkü dünya, sürekli olarak kim daha kötü diye tartışarak değil, kim daha iyi olabilir diye düşünerek daha iyi bir yer haline gelir

Avatar

Herkesten Dayak Yiyin, Köpek Başını Okşayan Isırırmış

Son zamanlarda yaşadığımız toplumsal ilişkiler, her geçen gün biraz daha karmaşık hale geliyor. İnsanlar arasında güven, sadakat, dostluk gibi değerler ne yazık ki giderek daha fazla sorgulanıyor. İronik bir şekilde, her geçen gün daha çok “dostum” dediğimiz insanlardan hayal kırıklığına uğruyoruz. Bu durum, eski bir atasözünü akla getiriyor: "Herkesten dayak yiyin, köpek başını okşayan ısırırmış." Bu söz, ne kadar sert ve keskin görünse de, aslında hayatın en temel gerçeğini vurguluyor: güvendiğiniz insanlar, en çok sizi yaralayabilir.

Güven, ilişkilerin temel taşlarından biridir. Ancak, son yıllarda gözlemlediğimiz bir gerçek var: Güven, kolayca inşa edilse de, aynı hızla yıkılabiliyor. "Dostum" dediğiniz, sizi en iyi tanıyan insan, bazen en acımasız darbeyi de vurabiliyor. İnsanın doğasında var olan çıkarcılık ve zaman zaman bencillik, hepimizi bir şekilde etkiliyor. Dostluk, sevgi ve güven gibi soyut kavramlar, bazen çok somut, acı gerçeklerle yüzleşmemize yol açabiliyor.

Birçok insan, başkalarının güvenini kazanmak için çaba sarf eder. Ancak, güven duygusu karşılıklı olmalı. Biz insanlar, karşımızdakini tanımadan, sadece dışsal davranışlarına dayanarak onları sınıflandırma eğilimindeyiz. "O iyi insan, o kötü insan" şeklindeki genellemelerle, bazen yanılabiliyoruz. Zaman, insanları şekillendiriyor; bazen yıllarca bildiğiniz biri, bir gün sizin karşınıza çıkar ve "yüzünüze" bakarken, aslında sizi hiç tanımadığını fark edersiniz.

İşte bu noktada, "köpek başını okşayan ısırır" atasözünü bir uyarı olarak almak gerekiyor. Çevremizdeki insanlara ne kadar yakın olursak olalım, sınırlarımızı asla unutmamalıyız. Herkesin bir çıkarı vardır ve bu çıkar, bazen duygusal bağları da aşarak, kişisel yarara dönüşebilir. İnsanlar ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar, zaafları ve çıkarları doğrultusunda kararlar alabilirler. Bu, bizim onlara olan güvenimizi zedeleyebilir. Öyle ki, güveninizi kaybettiğinizde, dostunuzdan alacağınız darbe, bir yabancıdan alacağınız darbeden çok daha büyük olabilir.

Ancak, bu uyarı size tüm insanları kuşkuyla yaklaşmaya çağıran bir tavsiye değildir. Aksine, sağlıklı bir bakış açısıyla, her insana önce şans tanımak, samimiyetle yaklaşmak önemlidir. Ama tüm bunlar, karşınızdaki kişilerin, zaman içinde sınırlarınızı aşıp sizi hayal kırıklığına uğratmasını engellemez. Bu yüzden, sınır koymak, başkalarının davranışlarıyla şekillenen güven duygusunu dengelemek önemlidir.

Hayatta herkesin mutlaka güvenebileceği bir insan vardır, ama kimseye körü körüne güvenmemek gerektiğini unutmamalıyız. Güven, zamanla inşa edilen ve kaybedildiğinde tekrar toparlanması çok güç olan bir değerdir. İnsanların davranışları, çıkarları doğrultusunda şekillenirken, biz de bu gerçekleri bilerek, ama umutla ve açık yürekle yaşamalıyız. Hayatta en büyük güvencemiz, belki de kendimize olan inancımızdır.

Son olarak, "Herkesten dayak yiyin, köpek başını okşayan ısırırmış" sözünü hatırlayarak, güvenin yalnızca karşınızdaki insanlardan değil, kendi sınırlarınıza olan saygınızdan da kaynaklandığını unutmamalıyız.

Avatar

Başkalarının İnancına Değil, Kendi Yaşamına Odaklan

Ülkemizde din, tarihin ve kültürün bir parçası olarak derin bir yer edinmiş durumda. Ancak bazen, dini inançlarımızı ve değerlerimizi başkalarının yaşantılarına müdahale etme biçiminde ifade etmeye eğilimli oluyoruz. Bu yaklaşım, aslında daha çok başkalarının inançlarıyla ilgilenmeyi, kendi iç dünyamıza odaklanmaktan daha önemli hale getirmemize yol açabiliyor. Oysa, “Kendi dindarlığı ile meşgul olana Müslüman, başkasının Müslümanlığıyla meşgul olana İslamcı denir” sözündeki derin anlamı düşündüğümüzde, aslında herkesin kendi yolculuğuna odaklanması gerektiğini anlarız.

Her bireyin, kendi yaşantısını ve inancını içtenlikle benimsemesi, toplumun daha sağlıklı bir şekilde ilerlemesine katkı sağlar. Kendi dindarlığını sadece bir başkalarını yargılayarak değil, kişisel bir sorumluluk olarak ele almalı ve hayatını bu doğrultuda şekillendirmelidir. Kendi iç huzurumuzu bulmak, çevremize de olumlu yansıyacaktır.

Yaşamı daha derinlemesine anlamak, her anı kutlamak ve içsel bir huzur içinde olmak, yalnızca başkalarını yargılamaktan daha fazla anlam taşır. Her anı yaşamak, dünya ile barış içinde olmak, yalnızca dışarıya değil, içeriye de bir huzur yaymak demektir. Kendimizi doğru şekilde geliştirerek, başkalarının Müslümanlığıyla değil, kendi Müslümanlığımızla meşgul olmalı ve her günü daha anlamlı kılmalıyız.

Huzurlu bir toplum yaratmanın yolu, herkesin kendi içsel yolculuğuna odaklanarak, başkalarının hayatlarına saygı duymaktan geçer. Kendi yaşam tarzımızla örnek olmalıyız, böylece başkalarına sadece doğruyu göstermekle kalmayıp, onları da daha doğru bir yaşama teşvik edebiliriz.

Avatar

Kendi Yaşantısına Odaklanarak Hayatın Keyfini Çıkarmak

"Kendi dindarlığı ile meşgul olana Müslüman, başkasının Müslümanlığıyla meşgul olana İslamcı denir." Bu cümle, sadece dini bir anlayışı değil, aynı zamanda insanın kendi yaşamına odaklanmasının, dış dünyadaki karmaşaya ve yargılara karşı daha sağlıklı bir yaklaşım geliştirmesinin önemini vurguluyor. Eğer toplum olarak, her birey kendi yolculuğuna odaklansa ve hayatın her anını dolu dolu yaşama keyfini çıkarsa, ne kadar huzurlu bir dünyada yaşayacağımızı bir düşünün...

Hayatın tadını çıkarabilmek için önce kendi iç yolculuğumuza odaklanmalıyız. Bir insan, kendi inançlarını, değerlerini ve yaşam biçimini bulduğunda, başkalarının hayatına müdahale etme gerekliliğini hissetmez. Kendi dindarlığını ve yaşamını geliştiren bir birey, başkalarının yaşamını yargılamaz, çünkü o, kendi içindeki huzuru bulma çabasındadır. Ancak, başka birinin Müslümanlığını, yaşam tarzını ve inançlarını sorgulayan kişi, aslında dışarıda aradığı huzuru, kendi iç dünyasında bulamayan kişidir.

Gerçek huzur, dışarıdaki dünyayı kontrol etmeye çalışmaktan değil, kendi hayatımıza odaklanmaktan geçer. Her anı, kendi değerlerimize göre şekillendirerek yaşamak, dış dünyanın gürültüsünden ve başkalarının düşüncelerinden bağımsız olarak içsel bir dinginlik yaratır. Kendimize, "Ben kimim? Ne istiyorum? Neye inanıyorum?" gibi soruları sorarak, kendimizi daha iyi tanır ve hayatı daha anlamlı bir şekilde yaşayabiliriz.

Bu yaklaşım, sadece bireysel huzuru değil, toplumsal barışı da beraberinde getirir. Çünkü kendi yolunu bulmaya çalışan insan, başkalarının yoluna müdahale etmez. Herkesin farklı bir hayat tarzı olabilir; ama bir toplumda, herkesin kendi yolunu bulmasına saygı duymak, birlikte barış içinde yaşamanın temel şartıdır. Birbirimizi yargılamadan, kendi yaşamımızı en iyi şekilde yaşamak, toplumsal huzurun en önemli adımıdır.

Sonuç olarak, kendi yaşamımıza odaklanarak, her anın tadını çıkararak yaşamak, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde büyük bir iyileşme sağlar. Dış dünyayı değiştirmeye çalışmadan, iç dünyamıza yönelerek, yaşamın keyfini daha derinlemesine çıkarabiliriz. Bu, hem ruhsal dinginlik hem de toplumsal barış için en değerli adım olacaktır.

Avatar

Güçlü Kadınların Hikayesi

Kadın olmak, tarih boyunca bir mücadeleydi. Toplumların dayattığı sınırlar, görünmeyen duvarlar, katı kalıplar, hep bir adım daha geriye gitmeye zorladı. Ama her seferinde, o adımlar geri gitmek yerine, yeni yolların başlangıcı oldu. Çünkü güçlü kadınlar yalnızca engelleri aşmakla kalmaz, aynı zamanda onlardan güç alır, yeni bir rota çizer.

Günümüzde güçlü kadınlar, geçmişin öykülerinden ilham alarak kendi hikayelerini yazıyorlar. "Kırık ayağının üzerinde yürü, kimsenin omzunda elinden eser bırakma" sözü, aslında bu yolculuğun özüdür. Zorluklarla baş etmek, bazen tek başına olmak, ama asla yere düşmemek. Çünkü her kadın, kendisinin kahramanıdır. Ve kahramanlar, acılarını göğüsler, yaralarını sarmayı öğrenirler.

Kadınların gücü sadece fiziksel bir dayanıklılıkla sınırlı değildir. Bu, ruhsal bir dirençtir, zihin gücüdür. Son yıllarda, toplumsal normlar, kadınları “güçlü” ya da “zayıf” diye sınıflandırmaya çalışsa da, güç, bir kadının dışarıdan gördüğü şekliyle değil, içindeki azimle ölçülür. Güçlü kadınlar, seslerini duyurabilmek için bazen kendilerini kaybetmek zorunda kalsalar da, her seferinde yeniden bulurlar. Çünkü güç, sadece güçlü kalmakta değil; güçsüz olduğunda da yeniden ayağa kalkabilmektir.

Kadınlar, son yıllarda daha fazla alan açmaya, seslerini duyurmaya, haklarını savunmaya başladılar. Yalnızca evde değil, iş hayatında, sanatta, siyasette, bilimde, sporun her alanında yer alıyorlar. Her kadın kendi yolunu çiziyor. Kimisi bir lider olarak, kimisi bir sanatçı olarak, kimisi de bir anne olarak gücünü gösteriyor. Ama her biri, aynı gerçekliği kabul ediyor: Güçlü olmak, başkalarının sırtında yük taşımakla değil, kendi ayaklarının üzerinde durabilmekle mümkündür.

Güçlü kadınlar, birbirlerinin omuzlarında değil, kendi ayaklarında durarak yükselirler. Bazen ayağınızın kırık olduğu anlar olacaktır. Ama unutmayın, ayağınızda bir kırık olsa da, yürümek için hep bir yol vardır. Zorluklar, bazen sizi durdurmak ister; ama bir kadın, ne kadar kırık olursa olsun, kendi yoluna devam eder. Çünkü gerçek güç, acılara rağmen devam etmektir.

Kadınların gücü, sadece kendi sınırlarını aşabilmeleriyle değil, toplumu dönüştürme potansiyelleriyle de ölçülür. Her bir kadının hikayesi, toplumun dönüşümüne katkıda bulunan bir parça, bir izdir. Güçlü kadınlar, toplumu şekillendiren değil, onu yeniden şekillendiren, daha adil, daha eşit ve daha güçlü kılan bireylerdir.

Bugün, güçlü kadınlar daha fazla varlıklarını hissettiriyorlar. Ama unutmayalım ki, bu gücü sadece içimizdeki direncin ve cesaretin sayesinde buluyoruz. Kırık ayağının üzerinde yürümek, her zaman bir acı olabilir, ama bu acı, büyümek, güçlenmek ve dünyayı değiştirmek için bir adımdır. Kadınlar, sadece bu dünyada yerlerini almakla kalmazlar, aynı zamanda dünyayı yeniden şekillendirirler. Çünkü bir kadının gücü, her zaman kendi yolunu bulma kararlılığıdır.

Ve en önemlisi, güçlü kadınlar bir araya geldiğinde, sırtlarında bir yük taşımazlar; çünkü her birinin omzu, birbirinin yükünü hafifletir. Kendi hikayelerini yazan kadınlar, başkalarına da yazma cesareti verir. İşte bu, güçlü kadınların gerçek anlamıdır.

Avatar

Uzaklaşmak, Huzuru Bulmak

Hayat, bazen hızla akıp giden bir nehre benzer. İnsan her anın peşinden koşar, zaman yetmez, işler bitmez, ve sonunda tükenmiş hisseder. İşte o anlarda, Reşat Nuri Güntekin’in sözleri bir çıkış yolu gibi gelir: "Bu hayatta yaptığım en iyi şey uzaklaşmak. Kin gütmemek, hesap sormamak, çirkinleşmemek, zorluk çıkarmamak. Sadece uzaklaşır ve soğurum."

Gerçekten de bazen en iyi çözüm, sadece geri adım atmak, durmak ve bir süreliğine dünyadan uzaklaşmaktır. Hayatın karmaşasında kaybolduğumuzda, insanın içsel huzurunu yeniden bulması için, tüm gürültüden ve kargaşadan uzaklaşması gerekir. Uzaklaşmak, bir kaçış değil, aslında bir yeniden doğuş, bir içsel yenilenmedir. Çünkü hayatın gürültüsünde sesimizi duymak, yalnızca içsel sessizlikte mümkündür.

Kin güdüp hesap sormadan, çirkinleşmeden, olaylara tepkisiz kalmak, insanın içindeki huzuru koruyabilmesinin en sağlıklı yoludur. Çoğu zaman, insanların bize yaptıkları, söyledikleri ve hatta dünyadaki tüm olumsuzluklar üzerimizde büyük bir yük oluşturur. Bu yük, bir süre sonra iç dünyamızdaki dengeyi bozar. İşte bu noktada, uzaklaşmak bir çözüm olur. Bazen, insanın sağlıklı kalabilmesi için "dur" demesi gerekir. Kendi içindeki sesi duyabilmesi için biraz geri çekilmesi gerekebilir.

Uzaklaşmak, sadece fiziksel olarak bir yerden başka bir yere gitmek değil, aynı zamanda zihinsel bir eylemdir. Kendini yenilemek, düşünceleri bir kenara bırakmak, sadece "ben" olmaktır. Bu, dünyanın gerisinde kalmak, geçici bir süreliğine her şeyden uzaklaşarak kendi iç yolculuğuna çıkmaktır.

Sonuçta, bazen gerçek huzur, sadece geri çekilmek ve dünyadan bir adım uzakta kalmaktan geçer. Düşüncelerimizi toparlamak, hislerimizi anlamak, yalnızca dışarıdan bağımsız olduğumuzda mümkün olur. Kendine bir süre tanımak, içsel dinginliği bulmak, yeniden güçlü bir şekilde dünyaya dönmek için en iyi yöntemdir.

Yapmamız gereken tek şey, bu anı tanıyabilmek ve gerektiğinde uzaklaşmayı, sessizliği kabul edebilmektir. Uzaklaşmak, aslında kendimize yapacağımız en büyük iyiliktir.

Avatar

Aşk, Futbol ve Ezeli Rekabet

Türk futbolunun en büyük kulüplerinden Galatasaray’ın yıldız futbolcusunun özel hayatı, son günlerde tüm futbolseverlerin ve magazin dünyasının gündeminden düşmüyor. Ancak bu kez gündeme gelme şekli, sadece saha içi başarılarla değil, futbolcunun aşk hayatıyla da yakından ilgili. Son zamanlarda yaşadığı duygusal ayrılıkla birlikte, futbolla iç içe geçmiş olan aşk ve bağlılık temaları, hem Türkiye'de hem de dünyada büyük bir yankı uyandırmış durumda.

Futbolcu, sevgilisiyle yaşadığı süreçte hem fiziksel hem de duygusal olarak zorlayıcı bir dönemi geride bırakmıştı. Sevgilisiyle ilişkisi o kadar derindi ki, yaşadığı hastalık sırasında futbolu bırakmayı bile düşünecek kadar büyük bir sevdaydı. Ancak son dönemde yaşanan ayrılık, sadece onun değil, tüm futbolseverlerin duygusal bir yolculuğa çıkmasına neden oldu. Futbolcunun ayrılık sonrası yazdığı mesaj ise, sadece Türkiye’de değil, dünya çapında büyük bir etki yarattı. "Ham zayıflığımızın hem de gücüm" ifadesi, aşka olan inancı pekiştiren, derin ve anlamlı bir gönderme olarak algılandı. Zayıf anlarda bile güç bulabilen bir aşkla ilişkili bu mesaj, futbolseverlerin duygusal yanlarını uyandırdı. Futbol ve aşkın bir arada nasıl bu kadar güçlü bir bağ oluşturabileceğini gösterdi.

Ancak, bu aşk hikayesinin magazinsel yönü, ezeli rekabeti de unutturmuyor. Futbol dünyasında Galatasaray ve Fenerbahçe arasında yıllardır süregelen rekabet, bir kez daha futbolcunun özel hayatıyla kesişti. Galatasaraylı futbolcunun eski sevgilisi, yeni ilişkisini duyururken, olayın içine ezeli rakip Fenerbahçe’nin adını da dahil etti. Yeni sevgilisi, Galatasaraylı futbolcuya karşı bir tür "psikolojik savaş" başlatmış gibi görünüyor; Fenerbahçe şarkıları söyleyerek, futbolcuyu kıskandırmayı amaçladığı anlaşılıyor.

Bu durum, Galatasaray-Fenerbahçe rekabetinin sadece sahada değil, kişisel düzeyde de ne kadar derinlere işlediğini gözler önüne seriyor. Aşk, futbolla birleştiğinde, bazen duygusal anlar yaşanırken, bazen de bu ezeli rekabetin bir parçası haline gelebiliyor. Bu tür olaylar, Türkiye'deki futbolun sosyal boyutunu, rekabetin nasıl kişisel hale geldiğini ve medyanın nasıl her anı bir hikayeye dönüştürdüğünü çok net bir şekilde gösteriyor.

Galatasaraylı futbolcunun yaşadığı bu duygusal dönüm noktası, hem onun hem de futbolseverlerin kalbinde iz bırakacak bir anı olarak kalacak gibi görünüyor. Fenerbahçe şarkıları söyleyen eski sevgilisiyle yaşanan bu olay ise, sadece Türk futbolunun değil, dünya genelinde ezeli rekabetin ne kadar güçlü bir fenomen haline geldiğini bir kez daha hatırlatıyor.

Sonuçta, futbol sadece topun peşinden koşmak değil; bir oyuncunun hayatının her anında, sahada ve saha dışında iz bırakan bir hikaye yazmaktır. Ve bu yazılan hikayeler, sadece galibiyetlerle değil, duygusal kırılmalar ve aşk ile de şekilleniyor.

Fenerbahçe ve Galatasaray, sadece futbolun değil, insanların kalplerindeki rekabetin de simgeleri olmaya devam ediyor.

Avatar

Kendime Not

Hayatta karşımıza çıkan her an bir fırsattır, bazen farkında olmadan, bazen çok sonra. Unutma ki hiçbir şey için asla çok geç değildir ve bazen hayat, beklediğimizden farklı bir hızla akar. Belki de en değerli şey, zamanın ve yaşın getirdiği farklı bakış açılarıdır. Kendi yolunu bulmanın, kendi kimliğini keşfetmenin bir sonu yoktur. Sen, istediğin her an değişebilir, istediğin her an yeni bir başlangıç yapabilirsin.

Hangi yolu seçersen seç, hayatını yaşamaya cesaret et. Ne en iyisini yapmak zorundasın, ne de en kötüsünü. Önemli olan, seni mutlu eden, seni gerçek sen yapan yolu bulman. En güzeli, her gün yeni bir şeyler öğrenmeye ve yaşamaya devam etmek. Her an bir keşif, her adım yeni bir anlayış olabilir.

Umarım, hayat seni şaşırtacak anlarla dolu olur. Bazen beklenmedik anlarda, bilinmedik duyguları, hisleri keşfedeceksin. İnsanlar seni farklı bir şekilde etkileyebilir, seni büyütecek, geliştirecek insanlarla tanışabilirsin. Gurur duyacağın bir hayat kurarsın. Ve eğer bir gün fark edersen ki, doğru yolda değilsin, asla korkma. Yeniden başlamak için her zaman bir fırsat vardır.

Zaman senin için bir sınırlama değil, bir imkan. Hedeflerin peşinden gitmek, kendi en iyini yapmak için her zaman bir fırsat vardır. Umarım, sen de en iyisini yapar ve hayatın sana sunduğu her fırsattan en güzel şekilde yararlanırsın.

Avatar

Benjamin Button'ın kızına yazdığı mektup:

"Hiçbir şey için asla çok geç değildir ya da benim durumumda, istediğin kişi olmak için çok erken değil. Zaman sınırı yoktur, istediğin zaman başlayabilirsin. Değişebilir ya da aynı kalabilirsin. Bunun bir kuralı yoktur. En iyisini ya da en kötüsünü yapabiliriz. Umarım, sen en iyisini yaparsın. Umarım, seni şaşırtacak şeyler yaşarsın. Umarım, daha önce hiç hissetmediğin şeyler hissedersin. Umarım, değişik bakış açıları olan insanlarla tanışırsın. Umarım, gurur duyacağın bir hayatın olur. Öyle olmadığını anlarsan umarım, en baştan başlayacak gücü bulursun."

Avatar

Gemine Kimleri Bindirdiğine Dikkat Et!

Bir geminin başarıya ulaşması, sadece kaptanının yeteneklerine değil, aynı zamanda o gemiye kimlerin bindiğine de bağlıdır. Bilge bir sözde olduğu gibi: "Gemine kimleri bindirdiğine dikkat et! Çünkü sırf kaptan olamadıkları için gemiyi batırmaktan çekinmezler…" Bu söz, yalnızca denizcilik değil, hayatın her alanı için geçerli olan derin bir uyarıdır.

İster bir şirketin lideri olun, ister bir topluluğun başında; çevrenizdeki insanların niyetleri, yolculuğunuzun başarısını belirler. Bazı insanlar, kendi egolarını tatmin edebilmek için, bazen hiç hak etmedikleri şekilde gemiye binerler. Bu kişiler, bir zamanlar kaptan olma hayali kurmuş, ancak bu hedeflerine ulaşamamışlardır. Kendi hırsları ve kıskançlıkları, bazen gemiyi batırmaya kadar varabilir. Çünkü, gerçekte sahip olamadıkları gücü ellerinde tutmaya ve her fırsatta bu gücü kullanmaya çalışırlar.

Gerçek bir lider, etrafına güvenebileceği ve ortak bir amaç için hareket edebileceği kişileri seçmelidir. Ancak gemiye, sadece kendi çıkarlarını düşünerek binenler, yolculuğun sonunda gemiyi batırabilirler. Bazen bu kişiler doğrudan karşıtlık yaratmazlar, fakat gemiyi batıracak kadar sinsi bir şekilde sabote ederler.

Her birey, geminin yolculuğunda bir rol oynar. Ancak, gemiye binen kişilerin niyetleri doğru olmalı; çünkü bireysel hırslar, geminin rotasını kaydırabilir ve başarısızlığa sürükleyebilir. Kimi insanlar, sadece kaptan olamamış oldukları için gemiyi batırmaya kalkışabilirler. Kaptan, doğru kararlar alarak gemiye kimlerin bineceğine karar verirken, sadece yetenek ve deneyimi değil, bu kişilerin niyetlerini de göz önünde bulundurmalıdır.

Sonuçta, bir gemi sadece güçlü bir kaptanla değil, güvenilir ve uyumlu yolcularla ilerler. Gemisine kimleri bindirdiğine dikkat etmek, bir liderin en önemli sorumluluklarından biridir. Kaptanın etrafındaki insanlar, hem geminin başarısını hem de yolculuğun sonunu belirleyecek güçteki unsurlardır. Eğer gemiye binen kişiler yalnızca kendi hırslarını ve çıkarlarını gözetirlerse, gemi çok geçmeden rotasını kaybeder ve felakete sürüklenebilir.

Kaptan, hem gemisini hem de yolcularını doğru seçmeli, gemisinin güvenliğini ve sağlıklı ilerleyişini temin etmelidir. Zira bazen en büyük tehdit, dışarıdan gelen bir fırtına değil, gemiye yanlış kişilerin alınmış olmasıdır.

You are using an unsupported browser and things might not work as intended. Please make sure you're using the latest version of Chrome, Firefox, Safari, or Edge.
mouthporn.net